Tarih: Nisan 2006 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:11
Günden güne çoğalan bir çığlık: "vicdani ret!"

"Vicdani Ret" kavramı dünya tarihine ilk olarak ortaçağda feodallere karşı direnen Wiedertaufer tarikatıyla girdi. Daha sonraları, 18. yüzyılda, Quaker tarikatının tutumu ve durumu da bugünkü anlamda vicdani reddi karşılamaktaydı. Bu nedenle Quakerler, vicdani reddin tarihsel gelişimi açısından önemli bir yerde durmaktadırlar. Ardından 20. Yüzyılda 1.Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında İngiltere'de gelişen ve güçlenen anti-militarist hareketler sonucunda Uluslararası Savaş Karşıtları oluştu. Bu ve benzeri oluşumlar sayesinde anti-militarist temelli hareketler dünyadaki savaşların seyrini etkileyebilecek düzeye geldiler. Vietnam Savaşı bunun güzel bir örneği. Vicdani ret, bugün ABD ve Avrupa'nın pek çok ülkesinin yasalarında vicdani retçilerin çetin ve zorlu mücadelesi sonucu kazanılmış bir hak olarak yer alıyor.
Türkiye'de ise vicdani ret ilk olarak 1989'da Vedat Zencir ve Tayfun Gönül'ün vicdani ret açıklamalarıyla hayat buldu. Fakat o zaman ki değişik faktörlerin etkisiyle devlet bu meselenin üzerinde çok durmadı. Tabi bu "ihmal" in altında, Zencir ve Gönül'ün çıkışının çok tekil kalması ve bir hareketlenme yaratamaması da etken olarak görünüyor. Sonuçta Vedat Zencir açılan davada beraat etti, Tayfun Gönül para cezası aldı.
1995 yılına gelindiğinde ise artık görmezden gelinebilecek, kolay örtbas edilebilecek bir durum söz konusu değildi. 1995 yılında askere çağrılan Osman Murat Ülke, bir anti-militarist olduğunu söyleyerek askere çağrı belgesini yaptığı basın toplantısında yaktı. Emre itaatsizlikte ısrardan sekiz kez mahkum olan ve 701 gün hapishanede kalan Osman Murat Ülke'yi pek çoğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin geçtiğimiz günlerde hakkında verdiği kararla tanıyoruz. Osman Murat Ülke'nin başvurusu sonucu Mahkeme , Türkiye Cumhuriyeti devletini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin işkence yasağına ilişkin 3. maddesini ihlali nedeniyle 11bin avro tazminata mahkûm etti. Burjuva basını kıyımlara katliamlara sebep olan militaristlerle röportaj yapadursun, biz verdiği mücadeleyle vicdani reddi gündem yapan Osman Murat Ülke'yle röportaj yapmayı tercih ediyoruz.
İ.G: Vicdani ret nedir?
O.M.Ü: Vicdani ret tarihsel kökleri olan bir kavramdır. Tek tip bir vicdani ret yok. Ahlaki dini felsefi veya politik nedenlerle insanın askere gitmeyi reddetmesidir. Öncelikle bireyin zorunlu askerlik sistemine katılmayı reddetmesi emir itaat ilişkisine katılmayı reddetmesi insan düşmanı bu aygıtın işleyişine katılmayı reddetmesi ve bu reddiyle birlikte bu aygıtın işleyişini tartıştırmasıdır. Çünkü sadece askere gitmemek vicdani ret değildir. Vicdani reddin ayırt edici yanı vicdani retçinin vicdani reddini aleni ve meşru zeminde yapması ve dolayısıyla militarizmi kamuoyunun gündemine taşımasıdır.
İ.G: Vicdani ret bütün düzenli ordulara karşı çıkmak anlamına mı gelir?
O.M.Ü: Bu her vicdani retçi için değişebilir. Örneğin İsrail'de şöyle bir vicdani retçi tipi ortaya çıktı. Askere gidiyor askerliğini yapıyor ama işgal bölgesine gitmeyi reddediyor. Yani "ben işgalin parçası olmam o konuda emir almam ama onun dışında askerliğin genel mantığına ve kurallarına karşı değilim"diyor. Bu çok özel ve dar bir vicdani ret tanımı. Diğer uçta ise her türlü zorunlu hizmeti reddeden her türlü hiyerarşiyi reddeden anarşizan arka planlı bir vicdani ret var. Ve bu duruş elbette bütün düzenli ordulara karşıdır; onun da ötesinde salt görünen fiziksel şiddete karşı değil yapısal şiddete karşı (bunun içine ekonomik şiddet de girer) duruşu da ifade eder. Dünyadaki adaletsizliği doğuran ve insanlığın potansiyelleriyle birlikte özgürce gelişmesine engel olan her türlü yapısal şiddete karşı duruşu ifade eder.
İ.G: Kendi sürecinden biraz bahseder misin? Karar vermene neden olan şey neydi?
O.M.Ü: O dönemde Antalya'da komünvari bir evde yaşıyorduk arkadaşlarla. Çeşitli platformlara grip çıkmış ama hiçbir şekilde hiçbir yerde tam anlamıyla rahat edememiştik. Sonunda ayrılıp kendi yapımızı kurmaya karar verdik. O komün birliği içerisinde bir dergi çıkartmaya başladık. Fotokopiyle çıkartılan, bin basan tipik bir fanzin dergiydi. Ve bu dergi ve komünde biz sürekli politika ahlak ve bunların gündelik hayatla ilişkisini tartışıyorduk. Ve toplumsal dönüşüm için savunulan iddiaların bireysel yaşama yansıtılması gerektiğini ve bireysel yaşamın tutarlılıkla bu iddiaları yansıtması gerektiğini savunuyorduk. Yani doğru olarak gördüğümüz şeyleri yaşamak için devrimi beklemeye niyetimiz yoktu. Devrim onları o gün yaşamakla başlayacaktı zaten devrim bir süreçti bu anlamda. Bu düşünce "politik olan özeldir özel olan politiktir" düşüncesiyle birleşiyor. Böyle bir tartışma ve yaşam tarzı içindeyken bir gün hakkımda halkı askerlikten soğutma iddiasıyla soruşturma açıldı. Beni de askere alınma durumunun beklediğini o an idrak ettim. O güne kadar hiç askere alınmayacakmış gibi yaşıyordum ve arkadaşlarla demin tarif ettiğim arka plan temelinde bizlerin askere gidemeyeceğini kendimizle tümüyle ters düşmüş olacağımızı konuştuk ve vicdani retçi olmaya karar verdik.
İ.G: Bedelli askerlik yapmayı düşünmedin mi?
O.M.Ü: Benim derdim askerlikten bir biçimde kurtulmak değildi. Tek başıma bir birey olarak da vicdani reddimi açıklayabilirdim ama ben bunu her zaman kolektif bir mücadelenin parçası olarak gördüm. Bu duruş toplumsal bir dönüşüme yol açtığı oranda benim için değerli o yüzden hiçbir zaman basit bir hak meselesi, askere gitmeme meselesi olarak görmedim. Benim için her zaman karşımda bu topraklarda yaşayan insanların acısının kaynağı olan bir kurum var. Ben bu kurumu geriletmek, toplumsal kültürel hayattan sökülüp atılması, politik hayattaki gücünün kırılması için bir araç olarak gördüm vicdani reddi.
İ.G: Sonuç itibariyle kendini bu noktada araçlaşmış hissediyor musun?
O.M.Ü: Tabi böyle bir sonuç var. Bir yandan kendine sadık kalıyorsun bir yandan bir politik hedef önüne koyuyorsun ve tabi sonuçlarına da katlanıyorsun. Bu bir politika yapma tarzı olarak eleştirilebilir ama haksız bir yasanın ona karşı gelerek o yasayı meşru zeminde delerek afişe etmek ve tabiî ki sonuçlarına katlanmak benim için anlaşılır ve doğru bir yöntem. Bir insan bile bu anlamda bir fark yaratabiliyor ve tabi bu örgütlü zemine oturursa daha ciddi sonuçları oluyor. Ben toplumsal dönüşümün gerçekten yaşanarak meydana getirilmesi gerektiğine inanıyorum dolayısıyla bunun sonuçlarına katlandım. Sonuç olarak bir miktar araçlaşmayı da içeriyor olabilir ama hiçbir şey saf değil.
İ.G: Sizin bir de Savaş Karşıtları Derneği deneyiminiz vardı
O.M.Ü: 1992 Aralık'ında Savaş Karşıtları Derneği'ni kurduk. 1993 Eylül'ünde kapatıldı ilk derneğimiz. Tüzüğümüzde anti-militarist olma maddesi geçiyordu ve valilik bize "Türkiye'de militarist bir düzen yok ki anti-militarist bir yapı olsun" dedi ve bu zeminde kapattılar .Dört ay kadar sonra ikinci derneğimizi kurduk. İzmir Savaş Karşıtları Derneği oldu ve 2002'ye kadar sürdü. Ben 99'da hapisten çıktığımda önce bir dinlenme süreci yaşadık. Çünkü ben içerdeyken dışarıda sürdürülen dayanışma kampanyası az sayıdaki insanı çok yormuştu. Bunun ardından yüzleşmeci vicdani ret hattına devam etmeli mi etmemeli mi tartışması başladı. Yani devlete karşı yeni vicdani retler açıklamak sürekli bir mücadele içinde olmak konusunda anlaşamadığımız için derneği kapatma kararı aldık.
İ.G: Peki şu anda uluslararası anlamda da böylesi bir yapılanma var mı?
O.M.Ü: Uluslararası anlamda zaten çok fazla yapı var. Uluslararası savaş karşıtlarıyla ortak çalışmalar zaten sürüyor. Türkiye'de İzmir Savaş Karşıtları Derneği benzeri kurumsal yapı bir daha olmadı. Aynı süreçte İstanbul Savaş Karşıtları Derneği vardı. 94-96 yılları arası. Bugün artık çok gevşek bağlarla ayakta duran Mehmet Tarhan dayanışma inisiyatifi var. Fakat kurumsal bir yapı olmadığı için özellikle son dönemde bir enerjisizlik söz konusu.
İ.G: Sizin vicdani reddinizi açıkladığınız dönemde Türkiye'deki iç savaş çok yoğun bir biçimde devam ediyordu. Devletin bu denli tepkisel oluşunu bununla ilişkilendiriyor musunuz?
O.M.Ü: Aslında devlet bizimle yüzleşmekten uzun süre kaçındı. 90'daki ilk iki vicdani retçiden sonra 95'e kadar otuz beşe yakın vicdani retçi açıklandı. Ve devlet inatla bu insanları görmezlikten geldi. Çünkü zorunlu askerlik ve ordu mitinin sorgulanması devletin yumuşak karnı. Benim alınmam birkaç farklı dinamiğin sonucu oldu. 93'te Milli Savunma Bakanlığı bir ültimatom yayınladı asker kaçaklarına yönelik. "üç ay içinde teslim olun yoksa sizi çok büyük cezalar bekliyor" dendi. Fakat teslim olanların sayısı çok düşük kaldı ve süreyi uzattılar. O dönemde bu ültimatoma cevaben İstanbul Savaş Karşıtları Derneği yeni vicdani retler açıkladı. Bu hamle çok provakatif bir saldırı olarak algılandı. O basın toplantısından sonra dört kişi tutuklandık ve halkı askerlikten soğutma suçundan bize dava açıldı. Ve bu dava sürecindeki tavrımızla arı kovanına çomak sokmuş olduk. Ben beraat ettikten sonra 1 Eylül 95'de askerliğe çağrı belgesini bir basın toplantısında yaktım.
İ.G: Senin bu anlamda diğer vicdani retçilerden de bir farkın var galiba.
O.M.Ü: Somut bir olaya cevaben olması ve daha spektaküler olması yönüyle diğerlerinden farklı. Fakat nitel bir farklılık söz konusu değil.
İ.G: AİHM'in kararına gelirsek
O.M.Ü: Mahkemeye iki hat üzerinden başvurduk. Birincisi vicdan ve inanç özgürlüğüydü ikincisi de mükerrer cezalandırma yasağı. Yani devlet bizi emre itaatsizlikte ısrardan birden fazla cezalandırdığı için karar suç ve cezada orantısızlık üzerinden çıktı. Fakat mahkeme vicdani redde ilişkin bir değerlendirme yapmadığı için bu saikle başvuru hala söz konusu. Fakat devlete düzenleme yapması yolunda tavsiyede bulunuldu.
İ.G: Özelde bu karar senin için nasıl bir durum yarattı?
O.M.Ü: Kararın nasıl bir durum yarattığı hükümetin atacağı adımlara bağlı. Hükümet üç ay içinde itiraz edebilir.
Ve büyük olasılıkla edecek. Fakat işkence yasağı kararından bir geri dönüş artık mümkün değil. Zaten bu kararda oy birliğiyle alındı. Devlet, er ya da geç cezaevine girmiş, bir tür sivil ölüm yaşamış, bu süreçten zarar görmüş vicdani retçiler açısından bir düzenleme yapmak zorunda kalacak. Devlet şu anda bir paradoksun içinde kendi yasalarına göre beni tutuklamalı ama kendisi hakkında çıkmış karardan ötürü de tutuklayamaz. Devlet bu çelişkiyi ortadan kaldırmak zorunda.
İ.G: Firari oluşunun gündelik hayatına yansıması nedir?
O.M.Ü: Benim hiçbir yerde resmi olarak kaydım geçmiyor. İş olanaklarını değerlendirirken plan yapmak konusunda ciddi sorun yaşıyoruz. Yasal olarak çocuğumun babası değilim. Şu anda bir sıkıntı yok ama ilerde yaşanabilecek sorunlar söz konusu.
İ.G: Çevrenizden aldığınız tepkiler nasıldı?
O.M.Ü: Benim çevrem anti-militarist olduğu için bu anlamda sorun yaşamadım. Fakat ilk vicdani ret çalışmalarımızı başlattığımızda kimi sol muhalif çevrelerden "orduyla uğraşılmaz sizi yerle bir ederler" gibi tepkiler aldık. Bunun bir politika olarak her hangi bir işlevinin, anlamının olduğuna inanmıyorlardı. Sivil itaatsizlik geleneğinin Türkiye'de bir tarihe sahip olmamasından dolayı şiddete dayalı siyaset yapma tarzının muhalefete de çok egemen olmasından kaynaklı bir tutumdu bu. Daha sonraki yıllarda bizim örgütlü mücadelemiz başlayınca böyle bakanlar tarafından daha ciddiye alınır hale geldik. Fakat yine de bunu kendi meseleleri olarak görmediler.Artık bunların yavaş yavaş değiştiğini ve militarizm eleştirisinin de geliştiğini düşünüyorum.
İ.G: Biz söyleşiye devam ederken Yavuz Atan adlı vicdani ret yapmış bir arkadaş bize katılıyor.
YAVUZ: Türkiye'de bizi tanıyan pek çok politik çevre tarafından meczup, hayalperest, söyledikleri çok somut bir yere oturmayan insanlar olarak görüldük. Biz hayalperestler olarak oturduk ve Türkiye'deki savaşın bir parçası olmamanın anti-militarist bir duruş olacağını tespit ettik. Hem devletin hem de muhalif çevrelerin bizi görmek istememesinin bana göre bir nedeni de şuydu: devlet ve Kürt hareketi dışında başka bir tavır ortaya koyuyorduk. Taraflardan birini tercih eden şekilde değil, bağımsız nedenleri ve gerekçeleri kendi içinde yaratılmış bir tavır sergiledik. Bence eğer zamanında sol muhalefet de böyle baksaydı mücadelede çok fazla yol kat edilmiş olurdu. Bu ülkede insanlar cezaevine alındı, işkenceden geçirildiler, kamu hakları denen haklardan mahrum kaldılar ama "Kenan Evren yargılansın" tespiti bile 25 yıl sonra yapıldı. Ciddiye alınmaya başladığımız nokta da bu oldu. İnsanlar, "Bunlar demek ki cezaevine girmeyi de göze alıyormuş" dediler.
O.M.Ü: Sol bize: "iddialarınız çok güzel ama bu iddiaların somut sonuçlarıyla karşılaşınca bunun altından kalkamayacaksınız" gözüyle baktı. Yani sadece anti militarizm üzerinde duran bir hareketin ayakta kalamayacağını düşündüler. Fakat biz yine de sekter davranmadık. Sonuçta Türkiye'de demokrasi mücadelesi, savaşa karşı mücadele, insan hakları mücadelesi birçok anlamda birliktelik gerektiriyor. Bu nedenle bizimle kesinlikle uyuşmayan insanlarla da meydanlarda, platformlarda birlikte olduk. Ama sözümüzü söylemeye de devam ettik.
İ.G: Anti militarizm her ilericinin, her devrimcinin sahip olması gereken bir ilkedir. Bugün ise bu duruş bir insan hakları, bir demokratikleşme mücadelesi olarak öne çıkıyor. Bu anlamda ideolojik ayrılıklar olsa bile bu eksende birlikteliğin önemi noktasında biz de sizinle aynı şeyi düşünüyoruz. Dergimize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyor çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
EMEL SAYIN
Türkiye'de ise vicdani ret ilk olarak 1989'da Vedat Zencir ve Tayfun Gönül'ün vicdani ret açıklamalarıyla hayat buldu. Fakat o zaman ki değişik faktörlerin etkisiyle devlet bu meselenin üzerinde çok durmadı. Tabi bu "ihmal" in altında, Zencir ve Gönül'ün çıkışının çok tekil kalması ve bir hareketlenme yaratamaması da etken olarak görünüyor. Sonuçta Vedat Zencir açılan davada beraat etti, Tayfun Gönül para cezası aldı.
1995 yılına gelindiğinde ise artık görmezden gelinebilecek, kolay örtbas edilebilecek bir durum söz konusu değildi. 1995 yılında askere çağrılan Osman Murat Ülke, bir anti-militarist olduğunu söyleyerek askere çağrı belgesini yaptığı basın toplantısında yaktı. Emre itaatsizlikte ısrardan sekiz kez mahkum olan ve 701 gün hapishanede kalan Osman Murat Ülke'yi pek çoğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin geçtiğimiz günlerde hakkında verdiği kararla tanıyoruz. Osman Murat Ülke'nin başvurusu sonucu Mahkeme , Türkiye Cumhuriyeti devletini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin işkence yasağına ilişkin 3. maddesini ihlali nedeniyle 11bin avro tazminata mahkûm etti. Burjuva basını kıyımlara katliamlara sebep olan militaristlerle röportaj yapadursun, biz verdiği mücadeleyle vicdani reddi gündem yapan Osman Murat Ülke'yle röportaj yapmayı tercih ediyoruz.
İ.G: Vicdani ret nedir?
O.M.Ü: Vicdani ret tarihsel kökleri olan bir kavramdır. Tek tip bir vicdani ret yok. Ahlaki dini felsefi veya politik nedenlerle insanın askere gitmeyi reddetmesidir. Öncelikle bireyin zorunlu askerlik sistemine katılmayı reddetmesi emir itaat ilişkisine katılmayı reddetmesi insan düşmanı bu aygıtın işleyişine katılmayı reddetmesi ve bu reddiyle birlikte bu aygıtın işleyişini tartıştırmasıdır. Çünkü sadece askere gitmemek vicdani ret değildir. Vicdani reddin ayırt edici yanı vicdani retçinin vicdani reddini aleni ve meşru zeminde yapması ve dolayısıyla militarizmi kamuoyunun gündemine taşımasıdır.
İ.G: Vicdani ret bütün düzenli ordulara karşı çıkmak anlamına mı gelir?
O.M.Ü: Bu her vicdani retçi için değişebilir. Örneğin İsrail'de şöyle bir vicdani retçi tipi ortaya çıktı. Askere gidiyor askerliğini yapıyor ama işgal bölgesine gitmeyi reddediyor. Yani "ben işgalin parçası olmam o konuda emir almam ama onun dışında askerliğin genel mantığına ve kurallarına karşı değilim"diyor. Bu çok özel ve dar bir vicdani ret tanımı. Diğer uçta ise her türlü zorunlu hizmeti reddeden her türlü hiyerarşiyi reddeden anarşizan arka planlı bir vicdani ret var. Ve bu duruş elbette bütün düzenli ordulara karşıdır; onun da ötesinde salt görünen fiziksel şiddete karşı değil yapısal şiddete karşı (bunun içine ekonomik şiddet de girer) duruşu da ifade eder. Dünyadaki adaletsizliği doğuran ve insanlığın potansiyelleriyle birlikte özgürce gelişmesine engel olan her türlü yapısal şiddete karşı duruşu ifade eder.
İ.G: Kendi sürecinden biraz bahseder misin? Karar vermene neden olan şey neydi?
O.M.Ü: O dönemde Antalya'da komünvari bir evde yaşıyorduk arkadaşlarla. Çeşitli platformlara grip çıkmış ama hiçbir şekilde hiçbir yerde tam anlamıyla rahat edememiştik. Sonunda ayrılıp kendi yapımızı kurmaya karar verdik. O komün birliği içerisinde bir dergi çıkartmaya başladık. Fotokopiyle çıkartılan, bin basan tipik bir fanzin dergiydi. Ve bu dergi ve komünde biz sürekli politika ahlak ve bunların gündelik hayatla ilişkisini tartışıyorduk. Ve toplumsal dönüşüm için savunulan iddiaların bireysel yaşama yansıtılması gerektiğini ve bireysel yaşamın tutarlılıkla bu iddiaları yansıtması gerektiğini savunuyorduk. Yani doğru olarak gördüğümüz şeyleri yaşamak için devrimi beklemeye niyetimiz yoktu. Devrim onları o gün yaşamakla başlayacaktı zaten devrim bir süreçti bu anlamda. Bu düşünce "politik olan özeldir özel olan politiktir" düşüncesiyle birleşiyor. Böyle bir tartışma ve yaşam tarzı içindeyken bir gün hakkımda halkı askerlikten soğutma iddiasıyla soruşturma açıldı. Beni de askere alınma durumunun beklediğini o an idrak ettim. O güne kadar hiç askere alınmayacakmış gibi yaşıyordum ve arkadaşlarla demin tarif ettiğim arka plan temelinde bizlerin askere gidemeyeceğini kendimizle tümüyle ters düşmüş olacağımızı konuştuk ve vicdani retçi olmaya karar verdik.
İ.G: Bedelli askerlik yapmayı düşünmedin mi?
O.M.Ü: Benim derdim askerlikten bir biçimde kurtulmak değildi. Tek başıma bir birey olarak da vicdani reddimi açıklayabilirdim ama ben bunu her zaman kolektif bir mücadelenin parçası olarak gördüm. Bu duruş toplumsal bir dönüşüme yol açtığı oranda benim için değerli o yüzden hiçbir zaman basit bir hak meselesi, askere gitmeme meselesi olarak görmedim. Benim için her zaman karşımda bu topraklarda yaşayan insanların acısının kaynağı olan bir kurum var. Ben bu kurumu geriletmek, toplumsal kültürel hayattan sökülüp atılması, politik hayattaki gücünün kırılması için bir araç olarak gördüm vicdani reddi.
İ.G: Sonuç itibariyle kendini bu noktada araçlaşmış hissediyor musun?
O.M.Ü: Tabi böyle bir sonuç var. Bir yandan kendine sadık kalıyorsun bir yandan bir politik hedef önüne koyuyorsun ve tabi sonuçlarına da katlanıyorsun. Bu bir politika yapma tarzı olarak eleştirilebilir ama haksız bir yasanın ona karşı gelerek o yasayı meşru zeminde delerek afişe etmek ve tabiî ki sonuçlarına katlanmak benim için anlaşılır ve doğru bir yöntem. Bir insan bile bu anlamda bir fark yaratabiliyor ve tabi bu örgütlü zemine oturursa daha ciddi sonuçları oluyor. Ben toplumsal dönüşümün gerçekten yaşanarak meydana getirilmesi gerektiğine inanıyorum dolayısıyla bunun sonuçlarına katlandım. Sonuç olarak bir miktar araçlaşmayı da içeriyor olabilir ama hiçbir şey saf değil.
İ.G: Sizin bir de Savaş Karşıtları Derneği deneyiminiz vardı
O.M.Ü: 1992 Aralık'ında Savaş Karşıtları Derneği'ni kurduk. 1993 Eylül'ünde kapatıldı ilk derneğimiz. Tüzüğümüzde anti-militarist olma maddesi geçiyordu ve valilik bize "Türkiye'de militarist bir düzen yok ki anti-militarist bir yapı olsun" dedi ve bu zeminde kapattılar .Dört ay kadar sonra ikinci derneğimizi kurduk. İzmir Savaş Karşıtları Derneği oldu ve 2002'ye kadar sürdü. Ben 99'da hapisten çıktığımda önce bir dinlenme süreci yaşadık. Çünkü ben içerdeyken dışarıda sürdürülen dayanışma kampanyası az sayıdaki insanı çok yormuştu. Bunun ardından yüzleşmeci vicdani ret hattına devam etmeli mi etmemeli mi tartışması başladı. Yani devlete karşı yeni vicdani retler açıklamak sürekli bir mücadele içinde olmak konusunda anlaşamadığımız için derneği kapatma kararı aldık.
İ.G: Peki şu anda uluslararası anlamda da böylesi bir yapılanma var mı?
O.M.Ü: Uluslararası anlamda zaten çok fazla yapı var. Uluslararası savaş karşıtlarıyla ortak çalışmalar zaten sürüyor. Türkiye'de İzmir Savaş Karşıtları Derneği benzeri kurumsal yapı bir daha olmadı. Aynı süreçte İstanbul Savaş Karşıtları Derneği vardı. 94-96 yılları arası. Bugün artık çok gevşek bağlarla ayakta duran Mehmet Tarhan dayanışma inisiyatifi var. Fakat kurumsal bir yapı olmadığı için özellikle son dönemde bir enerjisizlik söz konusu.
İ.G: Sizin vicdani reddinizi açıkladığınız dönemde Türkiye'deki iç savaş çok yoğun bir biçimde devam ediyordu. Devletin bu denli tepkisel oluşunu bununla ilişkilendiriyor musunuz?
O.M.Ü: Aslında devlet bizimle yüzleşmekten uzun süre kaçındı. 90'daki ilk iki vicdani retçiden sonra 95'e kadar otuz beşe yakın vicdani retçi açıklandı. Ve devlet inatla bu insanları görmezlikten geldi. Çünkü zorunlu askerlik ve ordu mitinin sorgulanması devletin yumuşak karnı. Benim alınmam birkaç farklı dinamiğin sonucu oldu. 93'te Milli Savunma Bakanlığı bir ültimatom yayınladı asker kaçaklarına yönelik. "üç ay içinde teslim olun yoksa sizi çok büyük cezalar bekliyor" dendi. Fakat teslim olanların sayısı çok düşük kaldı ve süreyi uzattılar. O dönemde bu ültimatoma cevaben İstanbul Savaş Karşıtları Derneği yeni vicdani retler açıkladı. Bu hamle çok provakatif bir saldırı olarak algılandı. O basın toplantısından sonra dört kişi tutuklandık ve halkı askerlikten soğutma suçundan bize dava açıldı. Ve bu dava sürecindeki tavrımızla arı kovanına çomak sokmuş olduk. Ben beraat ettikten sonra 1 Eylül 95'de askerliğe çağrı belgesini bir basın toplantısında yaktım.
İ.G: Senin bu anlamda diğer vicdani retçilerden de bir farkın var galiba.
O.M.Ü: Somut bir olaya cevaben olması ve daha spektaküler olması yönüyle diğerlerinden farklı. Fakat nitel bir farklılık söz konusu değil.
İ.G: AİHM'in kararına gelirsek
O.M.Ü: Mahkemeye iki hat üzerinden başvurduk. Birincisi vicdan ve inanç özgürlüğüydü ikincisi de mükerrer cezalandırma yasağı. Yani devlet bizi emre itaatsizlikte ısrardan birden fazla cezalandırdığı için karar suç ve cezada orantısızlık üzerinden çıktı. Fakat mahkeme vicdani redde ilişkin bir değerlendirme yapmadığı için bu saikle başvuru hala söz konusu. Fakat devlete düzenleme yapması yolunda tavsiyede bulunuldu.
İ.G: Özelde bu karar senin için nasıl bir durum yarattı?
O.M.Ü: Kararın nasıl bir durum yarattığı hükümetin atacağı adımlara bağlı. Hükümet üç ay içinde itiraz edebilir.
Ve büyük olasılıkla edecek. Fakat işkence yasağı kararından bir geri dönüş artık mümkün değil. Zaten bu kararda oy birliğiyle alındı. Devlet, er ya da geç cezaevine girmiş, bir tür sivil ölüm yaşamış, bu süreçten zarar görmüş vicdani retçiler açısından bir düzenleme yapmak zorunda kalacak. Devlet şu anda bir paradoksun içinde kendi yasalarına göre beni tutuklamalı ama kendisi hakkında çıkmış karardan ötürü de tutuklayamaz. Devlet bu çelişkiyi ortadan kaldırmak zorunda.
İ.G: Firari oluşunun gündelik hayatına yansıması nedir?
O.M.Ü: Benim hiçbir yerde resmi olarak kaydım geçmiyor. İş olanaklarını değerlendirirken plan yapmak konusunda ciddi sorun yaşıyoruz. Yasal olarak çocuğumun babası değilim. Şu anda bir sıkıntı yok ama ilerde yaşanabilecek sorunlar söz konusu.
İ.G: Çevrenizden aldığınız tepkiler nasıldı?
O.M.Ü: Benim çevrem anti-militarist olduğu için bu anlamda sorun yaşamadım. Fakat ilk vicdani ret çalışmalarımızı başlattığımızda kimi sol muhalif çevrelerden "orduyla uğraşılmaz sizi yerle bir ederler" gibi tepkiler aldık. Bunun bir politika olarak her hangi bir işlevinin, anlamının olduğuna inanmıyorlardı. Sivil itaatsizlik geleneğinin Türkiye'de bir tarihe sahip olmamasından dolayı şiddete dayalı siyaset yapma tarzının muhalefete de çok egemen olmasından kaynaklı bir tutumdu bu. Daha sonraki yıllarda bizim örgütlü mücadelemiz başlayınca böyle bakanlar tarafından daha ciddiye alınır hale geldik. Fakat yine de bunu kendi meseleleri olarak görmediler.Artık bunların yavaş yavaş değiştiğini ve militarizm eleştirisinin de geliştiğini düşünüyorum.
İ.G: Biz söyleşiye devam ederken Yavuz Atan adlı vicdani ret yapmış bir arkadaş bize katılıyor.
YAVUZ: Türkiye'de bizi tanıyan pek çok politik çevre tarafından meczup, hayalperest, söyledikleri çok somut bir yere oturmayan insanlar olarak görüldük. Biz hayalperestler olarak oturduk ve Türkiye'deki savaşın bir parçası olmamanın anti-militarist bir duruş olacağını tespit ettik. Hem devletin hem de muhalif çevrelerin bizi görmek istememesinin bana göre bir nedeni de şuydu: devlet ve Kürt hareketi dışında başka bir tavır ortaya koyuyorduk. Taraflardan birini tercih eden şekilde değil, bağımsız nedenleri ve gerekçeleri kendi içinde yaratılmış bir tavır sergiledik. Bence eğer zamanında sol muhalefet de böyle baksaydı mücadelede çok fazla yol kat edilmiş olurdu. Bu ülkede insanlar cezaevine alındı, işkenceden geçirildiler, kamu hakları denen haklardan mahrum kaldılar ama "Kenan Evren yargılansın" tespiti bile 25 yıl sonra yapıldı. Ciddiye alınmaya başladığımız nokta da bu oldu. İnsanlar, "Bunlar demek ki cezaevine girmeyi de göze alıyormuş" dediler.
O.M.Ü: Sol bize: "iddialarınız çok güzel ama bu iddiaların somut sonuçlarıyla karşılaşınca bunun altından kalkamayacaksınız" gözüyle baktı. Yani sadece anti militarizm üzerinde duran bir hareketin ayakta kalamayacağını düşündüler. Fakat biz yine de sekter davranmadık. Sonuçta Türkiye'de demokrasi mücadelesi, savaşa karşı mücadele, insan hakları mücadelesi birçok anlamda birliktelik gerektiriyor. Bu nedenle bizimle kesinlikle uyuşmayan insanlarla da meydanlarda, platformlarda birlikte olduk. Ama sözümüzü söylemeye de devam ettik.
İ.G: Anti militarizm her ilericinin, her devrimcinin sahip olması gereken bir ilkedir. Bugün ise bu duruş bir insan hakları, bir demokratikleşme mücadelesi olarak öne çıkıyor. Bu anlamda ideolojik ayrılıklar olsa bile bu eksende birlikteliğin önemi noktasında biz de sizinle aynı şeyi düşünüyoruz. Dergimize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyor çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
EMEL SAYIN