Tarih: Nisan 2006 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:11
Duymadım, Görmedim, Bilmiyorum!
Yapımcılığını Avşar Film'in üstlendiği, senaryo yazarlığını ve yönetmenliğini Çağan Irmak'ın yaptığı "Babam ve Oğlum" filminin başrollerini Fikret Kuşkan, Çetin Tekindor, Hümeyra, Şerif Sezer, Özge Özberk, Binnur Kaya, Yetkin Dikiciler ve Ege Tanman paylaşıyor. Yaklaşık üç milyon kişinin izlediği filmin gerek Devlet Tiyatroları sahnelerinden, gerekse televizyon ekranlarından tanıdığımız zengin bir oyuncu kadrosu var.
Bize oyunculuk açısından da bir başarı göstergesi olan filmde özellikle filmdeki adıyla Hüseyin Ağa yani büyükbaba rolündeki Çetin Tekindor, gösterdiği başarı ile dikkatleri üzerine çekti. Yönetmenlik açısından da başarılı olan filmin her bir karesinde ve her karakterinde aynı zamanda yönetmenin de oynadığı gözden kaçamayacak kadar aşikâr. Çağan Irmak, kendi yazdığı ve yönettiği filmde adeta her karaktere sinmiş ve sızmış.
Babam ve Oğlum, küçük büyük izleyen herkesi etkiledi/etkiliyor. Küçük Deniz'in hayal dünyasından tutun da, Hüseyin Ağanın oğluna sarılmak ya da evinden kovmak arasındaki gelgitlerine kadar birçok nokta, izleyenlere kendi ilişkilerini hatırlatıyor sanki. Hepimiz, beyaz perdede ailelerimizden ve yaşamımızdan çok şey bulduk. Bir annenin telaşı ve özverisi; bir babanın evladını gizliden, sessizce sevmesi; bir çocuğun hayallerini inceden dokuyuşu hepimize tanıdık geliyor olmalı. Filmin en iyi yönlerinden birisi de en duygusal anlarında seyirciye "Daha çok ağla" demek yerine birden güldürebilmesi. İşte tüm bu nedenlerden olacak filmin reklamını biraz da izleyici yaptı diyebiliriz.
İşte biraz da şimdiye kadarki anlattıklarımızdan olacak ki, film aynı zamanda birçok ödüle layık görüldü. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), Babam ve Oğlum filmine, en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo, en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu dallarında altı ödül verirken, Haftalık Sinema Gazetesi Antrakt'ın seyirci ödülünü de yine bu film aldı.
Filmi nereye koymak lâzım?
Filmin hayattan ve siyasi-toplumsal gerçeklikten yalıtılmış olarak sadece "sanatsal-teknik" boyuttaki incelenmesi tam olarak bizim konumuz değil elbette. Bu değerlendirmeler zaten aldığı ödüller ile anlaşılabilecektir. Bizi ilgilendiren bir başka boyut da var. O da filmin verdiği toplumsal mesajlar ve yönetmenin iddiasına göre gerçekler.
Aslına bakılırsa Çağan Irmak'ın yaptığı çalışmadan, bu açılardan zaten çok bir şey beklemiyorduk. Fakat kendisinin ifadesine göre film 12 Eylül dönemini anlatmakta oluşu belli beklentileri, en azından filmi izleyen kitlelerin gözünde, yaratıyor. Böylesine şaşaalı bir iddia ortaya atılınca olayın doğrudan müdahili olan biz genç devrimcilere ve o dönemleri yaşayan devrimcilere de söz düşüyor tabi. Kimse gocunmasın!
Özellikle şoven dalganın bu denli yükseldiği günümüz koşullarında, hayatı soldan değerlendiren filmlerin önemi çok büyük. Tabi olabilirse katkısı da. Fakat Babam Ve Oğlum'un "katkıları" biraz tartışılır. En azından işçi sınıfı mücadelesine, devrimci mücadeleye katkı sağlayabilecek gibi görünmüyor.
İlk sahnelerde 12 Eylül Faşist Darbesi'ne yapılan duygusal saldırı, darbenin insanlık dışı yönünü anlatabilmesi açısından oldukça iyi. Ama filmde 12 eylül gecesi karısını yitiren "Sadık" karakteri (Fikret Kuşkan), filmin diğer bölümlerinde oğluna verdiği Deniz isminden başka hayatının hiçbir yerinde sola yer vermiyor. Oysa 1980 öncesi koşullarda bir devrimcinin bir gazetede köşe yazarı olması hiç de azımsanacak bir görev değil. Anlaşılan kahramanımız, kibarca söylemek gerekirse, hızlı bir yön değişikliği yaşıyor. Hepimiz biliriz, Türkiye'de sol hareketin daraldığı ya da geniş kitleleri kucakladığı anlar olmuştur. Ancak, solun bu günlere, bizlere ulaşmasındaki en büyük etken, bu baskı ve dağılma koşullarında dahi devrimci hareketin hiç tükenmemesi, birilerinin hala aynı inançla mücadeleyi geleceğe taşımasıdır. Ama filmde çizilen solcu karakteri, yılgın, her şeyden bezmiş, yalnızlaşmış bir görüntü çiziyor. Olabilir. 80'li yılların devrimciler açısından ne kadar zor ve sıkıntılı geçtiğini biliyoruz. Her devrimci bu cendereden sağlam bir şekilde çıkamadı. Hatta yılgınlık ve dağınıklığa düşen, mücadeleden vazgeçenlerin sayısının daha fazla olduğu da söylenebilir. Ancak bu dönemde komünistlerin birbirlerini daha güçlü bağlarla kolladığını, bir örgütün kişilere, ya da kişilerin örgütlerine ulaşma adına çabalarının da hiç de öyle azımsanacak çabalar olmadığını unutmamak gerekir. Yani kahramanımızın hayatında sadece eski "kötü" arkadaşları değil, onu mücadeleye, derlenip toparlanmaya çağıran birilerinin de olması gerekiyordu. En azından filmin gerçeklere biraz yaklaşabilmesi için. Çünkü bu çabalar ihtilâl ertesinin en önemli toplumsal dokusunu oluşturuyordu. Hadi bunu geçtik. Ama Sadık'ın nereden geldiği nereye gittiği hakkında bir kaynak bile gösterilmiyor nedense. 12 Eylül dönemini anlatan filmde bir kitle gösterisi, bir çatışma sahnesi olmaz mı? Olmazsa bu filmin o dönemi yansıttığını nasıl düşünebiliriz? Hadi bunu da geçtik. Filmde bir örgüt kavramı bile olmaz mı? Sadık tek başına bir adam mıydı? Yoksa ihtilâl doğrudan Sadık'ın toplumsal etkisini durdurmak için mi yapıldı? Örgüt yok, devrimciler yok, siyaset yok ve film 12 Eylül dönemini anlatıyor... Hadi canım sizde!
Bu filmin bir bölümü daha var
Filmin birçoklarına göre o dönemi çok iyi anlattığı söylenebilir. Ancak bu kabul edilemez. Aksi halde bir kuşağı bir kalemde silmiş oluruz. O dönem, idam edilen, işkence gören, yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan, belki kardeşini, belki yarini yitiren insanlar yok bu filmde. Ne de tüm bu olanlar sonunda birbirlerine destek olmayı en büyük ilke haline getiren ve hala dimdik duran diğer devrimciler. Sadece baş rol Sadık. Tek adam, tek hikaye, tek dram, tek ölü... Ancak işin özünde her profilde seyirciye ulaşmak en önemli amaç gibi görünüyor. Bu durum birçoklarına gayet sevimli görünebilir; ancak bize hiç de öyle gelmiyor. Yapılan filmde komünistlerin birbirlerine olan bağlılıkları, paylaşımları, yardımseverlikleri, en önemlisi de bir örgütü ayakta tutma, mücadeleyi ne pahasına olursa olsun sonuna kadar götürme gayretlerinden eser olmadığı aşikar. Şayet o dönemde her devrimci "Sadık" karakterinin yaptığını yapsaydı, herhalde bu güne kalan sadece üç beş anı veya dört beş kitap olurdu. Bir de ismi Deniz olan ama mücadelede yeri olamayan yirmi-yirmi beş yaşında gençler
Ama durumun böyle olmadığı çok açık ortada. Çekilen bu güzel ama eksik filmin seyirciye farklı kaygılar nedeniyle izletilmeyen bir bölümü daha var. Bu bölümde birileri hala bu mücadeleye aynı kararlılık ve iradeyle devam ediyor, edecek
MERVE İLERİ
Bize oyunculuk açısından da bir başarı göstergesi olan filmde özellikle filmdeki adıyla Hüseyin Ağa yani büyükbaba rolündeki Çetin Tekindor, gösterdiği başarı ile dikkatleri üzerine çekti. Yönetmenlik açısından da başarılı olan filmin her bir karesinde ve her karakterinde aynı zamanda yönetmenin de oynadığı gözden kaçamayacak kadar aşikâr. Çağan Irmak, kendi yazdığı ve yönettiği filmde adeta her karaktere sinmiş ve sızmış.
Babam ve Oğlum, küçük büyük izleyen herkesi etkiledi/etkiliyor. Küçük Deniz'in hayal dünyasından tutun da, Hüseyin Ağanın oğluna sarılmak ya da evinden kovmak arasındaki gelgitlerine kadar birçok nokta, izleyenlere kendi ilişkilerini hatırlatıyor sanki. Hepimiz, beyaz perdede ailelerimizden ve yaşamımızdan çok şey bulduk. Bir annenin telaşı ve özverisi; bir babanın evladını gizliden, sessizce sevmesi; bir çocuğun hayallerini inceden dokuyuşu hepimize tanıdık geliyor olmalı. Filmin en iyi yönlerinden birisi de en duygusal anlarında seyirciye "Daha çok ağla" demek yerine birden güldürebilmesi. İşte tüm bu nedenlerden olacak filmin reklamını biraz da izleyici yaptı diyebiliriz.
İşte biraz da şimdiye kadarki anlattıklarımızdan olacak ki, film aynı zamanda birçok ödüle layık görüldü. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), Babam ve Oğlum filmine, en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo, en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu dallarında altı ödül verirken, Haftalık Sinema Gazetesi Antrakt'ın seyirci ödülünü de yine bu film aldı.
Filmi nereye koymak lâzım?
Filmin hayattan ve siyasi-toplumsal gerçeklikten yalıtılmış olarak sadece "sanatsal-teknik" boyuttaki incelenmesi tam olarak bizim konumuz değil elbette. Bu değerlendirmeler zaten aldığı ödüller ile anlaşılabilecektir. Bizi ilgilendiren bir başka boyut da var. O da filmin verdiği toplumsal mesajlar ve yönetmenin iddiasına göre gerçekler.
Aslına bakılırsa Çağan Irmak'ın yaptığı çalışmadan, bu açılardan zaten çok bir şey beklemiyorduk. Fakat kendisinin ifadesine göre film 12 Eylül dönemini anlatmakta oluşu belli beklentileri, en azından filmi izleyen kitlelerin gözünde, yaratıyor. Böylesine şaşaalı bir iddia ortaya atılınca olayın doğrudan müdahili olan biz genç devrimcilere ve o dönemleri yaşayan devrimcilere de söz düşüyor tabi. Kimse gocunmasın!
Özellikle şoven dalganın bu denli yükseldiği günümüz koşullarında, hayatı soldan değerlendiren filmlerin önemi çok büyük. Tabi olabilirse katkısı da. Fakat Babam Ve Oğlum'un "katkıları" biraz tartışılır. En azından işçi sınıfı mücadelesine, devrimci mücadeleye katkı sağlayabilecek gibi görünmüyor.
İlk sahnelerde 12 Eylül Faşist Darbesi'ne yapılan duygusal saldırı, darbenin insanlık dışı yönünü anlatabilmesi açısından oldukça iyi. Ama filmde 12 eylül gecesi karısını yitiren "Sadık" karakteri (Fikret Kuşkan), filmin diğer bölümlerinde oğluna verdiği Deniz isminden başka hayatının hiçbir yerinde sola yer vermiyor. Oysa 1980 öncesi koşullarda bir devrimcinin bir gazetede köşe yazarı olması hiç de azımsanacak bir görev değil. Anlaşılan kahramanımız, kibarca söylemek gerekirse, hızlı bir yön değişikliği yaşıyor. Hepimiz biliriz, Türkiye'de sol hareketin daraldığı ya da geniş kitleleri kucakladığı anlar olmuştur. Ancak, solun bu günlere, bizlere ulaşmasındaki en büyük etken, bu baskı ve dağılma koşullarında dahi devrimci hareketin hiç tükenmemesi, birilerinin hala aynı inançla mücadeleyi geleceğe taşımasıdır. Ama filmde çizilen solcu karakteri, yılgın, her şeyden bezmiş, yalnızlaşmış bir görüntü çiziyor. Olabilir. 80'li yılların devrimciler açısından ne kadar zor ve sıkıntılı geçtiğini biliyoruz. Her devrimci bu cendereden sağlam bir şekilde çıkamadı. Hatta yılgınlık ve dağınıklığa düşen, mücadeleden vazgeçenlerin sayısının daha fazla olduğu da söylenebilir. Ancak bu dönemde komünistlerin birbirlerini daha güçlü bağlarla kolladığını, bir örgütün kişilere, ya da kişilerin örgütlerine ulaşma adına çabalarının da hiç de öyle azımsanacak çabalar olmadığını unutmamak gerekir. Yani kahramanımızın hayatında sadece eski "kötü" arkadaşları değil, onu mücadeleye, derlenip toparlanmaya çağıran birilerinin de olması gerekiyordu. En azından filmin gerçeklere biraz yaklaşabilmesi için. Çünkü bu çabalar ihtilâl ertesinin en önemli toplumsal dokusunu oluşturuyordu. Hadi bunu geçtik. Ama Sadık'ın nereden geldiği nereye gittiği hakkında bir kaynak bile gösterilmiyor nedense. 12 Eylül dönemini anlatan filmde bir kitle gösterisi, bir çatışma sahnesi olmaz mı? Olmazsa bu filmin o dönemi yansıttığını nasıl düşünebiliriz? Hadi bunu da geçtik. Filmde bir örgüt kavramı bile olmaz mı? Sadık tek başına bir adam mıydı? Yoksa ihtilâl doğrudan Sadık'ın toplumsal etkisini durdurmak için mi yapıldı? Örgüt yok, devrimciler yok, siyaset yok ve film 12 Eylül dönemini anlatıyor... Hadi canım sizde!
Bu filmin bir bölümü daha var
Filmin birçoklarına göre o dönemi çok iyi anlattığı söylenebilir. Ancak bu kabul edilemez. Aksi halde bir kuşağı bir kalemde silmiş oluruz. O dönem, idam edilen, işkence gören, yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan, belki kardeşini, belki yarini yitiren insanlar yok bu filmde. Ne de tüm bu olanlar sonunda birbirlerine destek olmayı en büyük ilke haline getiren ve hala dimdik duran diğer devrimciler. Sadece baş rol Sadık. Tek adam, tek hikaye, tek dram, tek ölü... Ancak işin özünde her profilde seyirciye ulaşmak en önemli amaç gibi görünüyor. Bu durum birçoklarına gayet sevimli görünebilir; ancak bize hiç de öyle gelmiyor. Yapılan filmde komünistlerin birbirlerine olan bağlılıkları, paylaşımları, yardımseverlikleri, en önemlisi de bir örgütü ayakta tutma, mücadeleyi ne pahasına olursa olsun sonuna kadar götürme gayretlerinden eser olmadığı aşikar. Şayet o dönemde her devrimci "Sadık" karakterinin yaptığını yapsaydı, herhalde bu güne kalan sadece üç beş anı veya dört beş kitap olurdu. Bir de ismi Deniz olan ama mücadelede yeri olamayan yirmi-yirmi beş yaşında gençler
Ama durumun böyle olmadığı çok açık ortada. Çekilen bu güzel ama eksik filmin seyirciye farklı kaygılar nedeniyle izletilmeyen bir bölümü daha var. Bu bölümde birileri hala bu mücadeleye aynı kararlılık ve iradeyle devam ediyor, edecek
MERVE İLERİ