• ANASAYFA
  • LİNKLER
  • FOTOĞRAFLAR
  • HABER GÖNDER
  • MÜZİK
  • VİDEOLAR
  • ZİYARETÇİ DEFTERİ
  •  
  • YENİ SİTE

Kategoriler

Toplumsal HaberlerKültür SanatKöşe YazılarıKadınİşçi - Sendikaİnceleme - YorumGençlikEmekçi ÜniversitesiDış HaberlerBildiriler




Temel Metinler

İşçi, köylü, öğrenci gençlik görev başına Çağrı, Tüm İlerici, Yurtsever, Gençler Görev Başına ilerici gençlik derneğine kavuştu TÜM-İGD Kuruldu İlerici gençler 1. olağan genel kurul'da buluştu! Alternatif süreç gazetesi'nin TÜM-İGD ile yaptığı röportajın tam metni
Tarih: Nisan 2006 | Sayı: İlerici Gençlik Sayı:11

Eğitim-Sen dün, bugün, yarın?

İ.G.: Sendikalara ödenen aidatın devlet tarafından ödenmesini öngören bir yasa var. Size göre bu yasayla ne hedefleniyor? Bu bağlamda Eğitim-Sen nasıl bir politika izleyebilir? Ve bu yasaya karşı genel olarak sendikal hareketin tavrı ne olmalıdır?




Dursun Yıldız: Öncelikle güncele dair böyle bir soruyla başladığımız için teşekkür ediyorum. Genel olarak cumhuriyet tarihi boyunca sistem kendine muhalif olan bütün kesimleri; sendikaları, partileri, dernekleri, vakıfları, sisteme endeksli bir muhalefet haline getirmeye çalışmaktadır. Bugün, 4688 sayılı sendikal yasaya kısmi olarak izin verilmiş. Ama özellikle Eğitim-Sen'de ve birçok kamu sendikasında, toplu sözleşme ve grev hakkı yok. Genellikle kısmi bir yasaya sıkıştırılmış hiçbir işe yaramayan bir yasa olarak görünüyor. Üzerinde konuştuğumuz yasa toplumda şu şekilde algılanıyor: Devlet bizim aidatlarımızı kendisi veriyor
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Yani devlet bizim iş verenimizdir. İş verenimiz bize aidat ödediği taktirde, biz eğer fiili ve meşru mücadele temelinde greve gidecek olursak, hele ki yasaya rağmen greve gidecek olursak, o zaman iş veren olan devletimiz bizim aidatımızı kesecektir. Aidatı kesilen kişi sendika üyesi olma hakkını yitiriyor. Sendika üyesi olmayınca doğallığında, üyelerin bu konudaki, ekonomik, demokratik, sendikal hak vb. kazanımları, otomatik olarak yok edilmiş oluyor. Yani burada bir kurnazlık var. Böyle bir şey söz konusu olmamalı. Çünkü sendika üyesi olan kişi bir emekçidir. Emekçi de kendi aidatını, kendi alın terini, kendisi verdiği sürece sendikaya sahip çıkar.

İ.G.: Bu bağlamda bu yasa devletin sendikalara mali hakimiyet kurma çabası şeklinde açıklanabilir mi?

Dursun Yıldız: Evet. Bu aidatı devlet verirse, üye sendikaya sahip çıkamaz. Kişi sahip çıkamadığı bir yeri de koruyamaz. Dolayısıyla burada bir saldırı var. Köklü bir saldırı var. Bütün sendika üyelerinin, bu konuda uyanık olması gerekiyor. Biz iş verenin adımıza aidat ödemesini istemiyoruz. Kendi aidatımızı kendimiz ödemek istiyoruz ki alın terimizle, emeğimizle kurduğumuz sendikaları çeşitli saldırılara karşı, fiili ve meşru zeminlerde savunabilelim.

İ.G.: Devletin aidat olarak maaşa eklediği 5 YTL. sadece sendika üyeliği söz konusu olduğunda mı veriliyor, yoksa her halükarda maaşa ekleniyor mu?

Dursun Yıldız: Bu sadece sendikalı olanlara verilen bir para. Yani sendikaya üye olanlar adına para veriliyor.

İ.G.: Yakın geçmişte Eğitim-Sen'e bir kapatma davası açıldı. Kapatma davasının nedeni sendikanın anadilde eğitim hakkını savunması. Öncelikle ana dilde eğitim size neler ifade ediyor? Bu süreç boyunca Eğitim-Sen'in in tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dursun Yıldız: İlk olarak ana dili değişik açılardan ele almak gerekiyor. Ana dil insanın insan olmasından kaynaklanan bir haktır. Ana dilin içinde, bir toplumun, bir ulusun tarihi ve kimliği vardır. Bir ulusun örf, adet ve gelenekleri vardır. Sayacak olursak; anadilde tarih vardır, sosyoloji vardır, psikoloji vardır, örf, adet ve gelenekler vardır. Eğitim-Sen açısından ana dil özellikle pedagojik bir sorundur. Çünkü altı yaşına kadar, kendi ana dili aracılığıyla çevresiyle konuşan, düşünen, görüşen, iletişim kuran, örf, adet ve gelenekleri, sosyolojik yapısı, psikolojik yapısı bu şekilde oluşan ve bu konuda belli bir bilgi birikimine sahip olan bir çocuk düşünelim. Bu çocuk yedi yaşına geldiğinde, Türkçe konuşmaya zorlanılıyor. Kürt, Laz , Çerkez veya Avrupa'da Kürtler, Almanya'da Türkler
Hiç fark etmez.. Bu konuyu evrensel olarak ele almak gerekir. Bu konuyla ilgili milliyetçi bir yanımız yoktur bizim. Ama burada birden bire, altı yaşına kadar edinilmiş olan bilgi birikimi, yok sayılıyor. Sonrasında devlet analara, babalara, ailelere yeniden doğum yaptırıyor. Ve diyor ki; senin altı yaşına kadar edinmiş olduğun birikimin, düşünce yapın yanlıştır. Kime göre yanlıştır? Resmi ideolojiye göre yanlıştır. Yani kökeni Batıda olan Türk-İslam sentezine, milliyetçiliğe göre yanlıştır. Söz konusu ideoloji bu toprakların ideolojisi değildir. Emperyalizmin ideolojisidir. Bu topraklardaki, Anadolu'daki, Mezopotamya'daki , Orta doğudaki kültürlere uyumlu değildir. Ortadoğu'daki kültürleri yok etmek istiyor. Anadolu'daki, Doğu'daki bütün kültürleri, ilkel olarak kabul ediyor. Dolayısıyla hepsini tek kültür, tek dil, tek ulus, tek felsefe, tek kültür haline dönüştürmek için çabalıyor.

Bugün aynı şeyi Amerikan emperyalizmi de yapmak istiyor. Büyük Ortadoğu Projesiyle Ortadoğu'yu kan gölüne çevirmiş durumda. Milliyetçi ve gerici temellerle halkları birbirine düşürüyor. Bu güne kadar yapılan da tam olarak buydu. Eğitim-Sen bunu biliyor. Ne dedik; bu konu önce insan hakları çerçevesinde ele alınıyor. Sonrasında pedagojik çerçevede ele alınıyor. Halkların hakları çerçevesinde ele alınıyor. Daha doğrusu ele alınmalı. Bu ülkede devlet, ana dil denildiğinde, daha çok bir ulusal iddiası olan Kürtleri ilgilendirdiğinden dolayı, ana dil meselesini Kürt sorunuyla özdeşleştirerek, Eğitim-Sen'in üzerine geldi.

Daha önce ana dil tüzüğünü İçişleri Bakanlığı'nın, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın, kabul etmesine rağmen, askeri kökenli birisinin ve Genel Kurmay'dan birilerinin işaretiyle Eğitim-Sen'e bir dava açıldı. İşte açılan bu davada ana dilde eğitim vardı. Sonra bu konuda sendikaya baskı yapıldı. Eğitim-Sen bunun üzerine taviz verdi. Bu talebi ana dilde öğretime çevirdi. Ana dilde öğretime de itiraz edildi. Bu defa Genel Kurmay'dan, bunu tamamen kaldıracaksınız dendi. Şimdi burada bir taviz verdiğiniz zaman belli ki hemen ardından bir ikinci taviz isteniyor. İkinci tavizi de verdiğin zaman belli ki yarın tüzükteki grevli toplu sözleşme maddesine de sıra gelecek. Nitekim KESK'e de böyle bir müdahalede bulundular. Yine aynı savaşçı ve oligarşik çevreler, KESK'e şöyle diyorlar; siz kendi tüzüğünüzde bulunan, emperyalizm sözcüğünü, sömürü sözcüğünü, toplu sözleşme ve grev sözcüğünü çıkartacaksınız.

İ.G: Eğitim-Sen'in anadilde eğitim bağlamında tüzüğünde değişikliğe gitmesini KESK ile Eğitim-Sen arasındaki ilişki çerçevesinde nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dursun Yıldız: Eğitim-Sen, KESK'in bel kemiğidir. KESK'e bağlı en büyük sendikadır.. 150 bine yakın üyesi vardır. KESK de Eğitim-Sen'in çatısı rolündedir. Şimdi Eğitim Sen taviz verdiği için, bu kez çatıya yüklendiler. Bu kez çatıyı düzeltmeye çalışıyorlar. Sınıf mücadelesinde, demokrasi mücadelesinde verilen her taviz, bir başka tavize zorluyor. Yani tavizlerin sonu gelmiyor. Sınıf mücadelesinde, sömüren-sömürülen vardır. Sömürünün dizginlendiği dünyada görülmemiştir. Sömürü kişiyi sürekli köleleştirir, açlığa mahkum eder. O bakımdan verdiğimiz taviz doğru değildir. Yani Eğitim-Sen'in yapması gereken ;hiçbir konuda, özellikle ana dil konusunda, taviz verilmeyecekti. Bu kavramlar bizim düşünce kodlarımızdır. Bu kavramlar olmayınca biz düşünemeyiz.

İ.G.: Eğitim-Sen'in temel ilkeleri çerçevesinde sendikanın anadilde eğitim konusundaki tavrının nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dursun Yıldız: Evet somut olguları belirleyen kavramlardır. Şimdi bu kavramları elimizden aldığınız zaman bizi dilsiz bırakmış oluyorsunuz. Yani demek ki aynı zamanda Eğitim-Sen'i dilsiz bıraktılar. KESK'i de dilsiz bırakmak istiyorlar. BES vardı. Büro Emekçileri Sendikası, mahkemeye gerek duyulmadan ana dili tüzüğünden çıkarttı. Ancak taviz vermemeliydi.

Bana göre Eğitim-Sen kapatılmış olsa bile, yeniden kurabilirdik. Çünkü bizim, eğitim emekçileri olarak, şanlı, onurlu bir tarihimiz vardır. TÖS'den TÖBDER.'e, EĞİT-SEN'den EĞİTİM-İŞ'e şanlı bir tarihimiz vardır. Ve hiç kırılmamalıydı. En ufak bir kırıklık, bir kesik olmamalıydı. Bu bakımdan, eğer bugün de geleceğe yönelik şanlı mücadele tarihinden söz edeceksek eğer, Haziran ayında yeniden yapılacak olan tüzük ve programında kurultayında biz bu ana dil mevzusunu tekrar gündeme getirmeliyiz. Ana dil olmaksızın bir eğitim, bilimsel olmaz, demokratik olmaz, özgür olmaz. En azından pedagojik olarak ana dilde eğitim şarttır. Örneğin,Türkler Bulgaristan'da ana dilde eğitim için nasıl bağırdılar? Devlet olarak nasıl yüklendiler? Almanya'da Almancayı çok iyi bilmeyen bir Türk çocuğuna ne için geri zekalı diyorlar? 

Bütün bunlar hep pedagojik sorunlardır. Dolayısıyla biz de Kürt çocuklarının kendi dillerinde eğitim görmelerini istiyoruz. Sadece Kürtler mi? Hayır. Lazlar, Çerkezler
Zaten Ermenilerin ve Rumların kendi okulları var. Onlar bölmüyorlar, parçalamıyorlar da, Kürtler kendi ana dilleriyle eğitim yaptıkları zaman ne için bölünme, parçalanma gibi bir durum söz konusu olsun? Bu ülkede çeşitli kültürler vardır. Tek kültür bölünmenin zeminini yaratır. Karşılıklı olarak güven, saygı ve sevgi esasına dayalı bir birlik giderek daha da birleştirici olur. Yani tek kültürlü zorlama, giderek bölünmeye yol açar. Ve eğer sen resmi ideoloji doğrultusunda böyle bir bölünmeyi zorlarsan Büyük Ortadoğu Projesi gereğince, ABD'nin eli de seni ikiye de böler, dörde de böler. Bu konuda dikkatli olmak gerekli diye düşünüyorum.

İ.G: Zamanında Eğitim-İş ve Eğit-Sen olarak ayrı ayrı yürütülen mücadele iki sendikanın birleşmesiyle Eğitim-Sen'de birleşti. Eğitim-Sen o tarihlerden itibaren bu iş kolundaki emekçilerin mücadelesinin tek adresi konumundaydı. Bugün de tek adres gibi görünse de bazı değişiklikler var. Devlet güdümüyle başka sendikalar da kuruldu. Küçümsenmeyecek üye sayılarına da ulaşmış durumdalar. Bu durumu sadece devletin baskısı ve yönlendirmesi ile açıklayabilir miyiz? Ya da Eğitim-Sen'in belli eksikleri var mıdır? Eğitim-Sen bundan sonra bu durumu çözebilmek adına neler yapabilir?

Dursun Yıldız: Eğitim-Sen'e uygulanan devlet baskısı ve bu alanda diğer sendikaların önünün açılması elbette önemli. Üstelik Eğitim-Sen'e karşı küçümsenemeyecek baskılar var. Diğer sendikalar, Türk Eğitim-Sen olsun, Eğitim-Bir-Sen olsun, çeşitli milliyetçi İslâmcı sendikalardır. Ama diğer taraftan devletin öğretmen istihdamı politikalarında son yıllarda köklü değişiklikler olduğunu görebiliyoruz. Sözleşmeli öğretmenlik bunlardan bir tanesi. Bu bağlamda Eğitim-Sen bu alanlara yönelik yeni politikalar geliştirebilir.

İ.G.: Evet okullarda sözleşmeli öğretmenler var. Sözleşmeli öğretmenler sendika üyesi olabiliyorlar mı?

Dursun Yıldız: Sizin de belirttiğiniz gibi sendikaların sözleşmeli öğretmenlere yönelik geliştirileceği politikalar önemli. Yine sendika açısından ön açıcı bir başka konu bugün biz, Eğitim Fakültelerinin, son sınıf öğrencilerini kaydetmeye çalışıyoruz. Biliyorsunuz ki, Eğitim-Sen'i, KESK'i kuranlar özellikle 78 kuşağıdır. 80 öncesinin duyarlı devrimci kitlesiydi. Fakat 12 Eylül 1980'den sonra halkın üzerinden, aydınların üzerinden silindir geçtiği için her alanda olduğu gibi bu alanda da bir boşluk oluştu. Kalanlar, sendikaları kurdular. Sistem şimdiki gençliği de kendine doğru çekiyor. Biz, sitemin elindeki bu gençliği geri alabilmek için, ta üniversitelerden işe başlamamız gerektiğini biliyoruz. Gençlerle iç içe olmamız gerekiyor. İşçilerle iç içe olmamız gerekiyor. Kadılarla, ezilenlerle iç içe olmamız gerekiyor. Ezilen Kürt ulusuyla, ezilen Laz, Çerkez, Türk v.s. emekçilerle iç içe olmamız gerekiyor. Yani gözümüz sadece bürolarımızda değil, bütün dünyada. Ortadoğu'da savaşa karşı barışı sağlamamız lazım. Köleliğe karşı özgürlüğü sağlamamız lazım. Bağımsızlık için emperyalizme karşı mücadele etmemiz lazım. Yani ufkumuz geniş olursa sendikayı büyütebiliriz diye düşünüyorum.

İ.G: Bu bağlamda son olarak belirtmek istediğiniz bir şeyler var mı?

Dursun Yıldız: Sendikalar, daha önce de söylediğim gibi, demokrasi mücadelesini birincil görev olarak almalıdırlar. Bu ülkede barış mücadelesini birincil görev olarak almalıdırlar. Yani salt kendi öznel çıkarları önde tutulmamalı. Genel olarak, Türkiye ve Ortadoğu'da barışın demokrasinin gelişebilmesi için, toplumsal özgürlük için, mücadeleyi baş görev olarak ele almalıdırlar. Aksi takdirde küçülürler, küçülürler ve işverene bağımlı kalırlar. İşverene bağımlı kalan bir sendika da sendika sayılmaz.

Sendika devletten bağımsız olmalı. Yeni Eğitim-Sen ve KESK devletten bağımsız olmalı ki, ona karşı grevli toplu sözleşme mücadelesini, demokrasi mücadelesini, emek mücadelesini verebilsin. O nedenle ropörtajın başında sormuş olduğunuz soru kapsamında devletin vermiş oluğu aidatlar bize göre iyi bir anlam taşımamaktadır. Buna tamamen karşı olmamız gerekiyor. Diyeceğiz ki; "bu aidatı verme. Biz senden böyle bir aidat istemiyoruz. Kendi aidatımızı kendimiz vereceğiz." Bunun sebebi de kendi mücadelemizi, kendi öz gücümüze dayalı olarak vermemizden kaynaklıdır. Teşekkür ediyorum çocuklar.

İ.G.: Bizim açımızdan çok öğretici bir sohbet oldu hocam biz de çok teşekkür ediyoruz.

Diğer Haberler

Yeni bir öğrenci gençlik hareketi! Yeni bir üniversite çalışması!YAŞASIN 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ!ÜNİVERSİTELİLERİN GÜCÜ FRANSIZ SOKAKLARINI SARSIYOR!Üniversiteli işçilerSOL tribünlere girebilir mi?Ortadoğu'da Demirci Kawa'lar Direniş Ateşini Yakmaya Devam Ediyor!"Medeniyetler İttifakı!" Cenderesinde KadınMARMARA ÜNİVERSİTESİ'NDEN MEKTUP VAR!KADINGünden güne çoğalan bir çığlık: "vicdani ret!"
İlerici Gençlik Dergisi | bu site GNU / GPL lisanslı özgür yazılım araçları kullanarak hazırlanmıştır.
posta@ilericigenclik.org | |