Tarih: Kasım 2004 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:8
EVİTA TEKSTİL'DE ÖRNEK DİRENİŞ
"Hak aradık, işten atıldık!"
İstanbul Şişli'de bulunan Evita Tekstil şirketi çalışanı yedi tekstil işçisi Ağustos ve Eylül aylarında sırayla işten atıldılar. Nedenleri farklı gibi gösterilmeye çalışılsa da aslında aynı suçu(!) işlediler. Suç mu? Patronun dayattığı düşük zam oranlarına karşı tavırlarını net ve örgütlü bir şekilde ortaya koymak. 2 Eylül'de fabrika önünde tek kişiyle başlayan direniş, iki işçinin daha katılımıyla on beş gün boyunca kararlı bir biçimde devam etti. Bu direnişin üzerinde durulması gereken en önemli yanı, direnişi yapanların üçünün de kadın olması. Kadınların, iki kere ezildiği, sürekli bastırıldığı bu çürük sistemde, kadınlar, kendi hayatlarına müdahale edebilme hakkını, yapacakları direnişlerle elde edecekler. Bu yüzden bu üç kadın arkadaşımız başta kadınlar olmak üzere, tüm işçi sınıfına yol gösterebilme cesaretlerinden dolayı, ne kadar takdir edilse azdır.
17 Eylül günü fabrika önünde yapılan basın açıklamasıyla sona erdirilen direniş, hukuki alanda hala devam ediyor. Tüm İlerici Gençlik Derneği üyeleri olarak direniş sırasında arkadaşlarımızı yalnız bırakmadık ve sürekli ziyaret ettik. Onların sesi çok gürdü ve anlatacak çok şeyleri vardı. Üzerimize düşen görevi yerine getirdik ve onların sesini sizlerle buluşturmak için aşağıdaki röportajı yaptık.
İlerici Gençlik: Evita Tekstil'de hangi bölümde ve kaç yıldır çalışıyordunuz?
Tuğba: Sekiz aydır penye dikim bölümünde, overlok makinesinde çalışıyordum.
Nazlı: Ben de iki yıldır penye dikim bölümünde, overlok makinesinde çalışıyordum.
Semiha:İki yıldır dokuma dikim bölümündeyim, düz makineci olarak çalışıyordum.
İG: Peki sigortanız var mıydı; çalışma koşullarınız nasıldı?
Tuğba: Günde dokuz saat çalışıyorduk. Sigortam vardı. İşe Ocak 2004'te başladım, önce "Nisan ayında sigortanı yapacağız." dediler, fakat sigortam Mayıs ayında yapıldı.Yani dört ay sigortasız çalıştırıldım. İşyerinde servislerimiz vardı, yol parası vermiyorduk. Ancak çalışma ortamımız çok bunaltıcı ve sağlıksızdı. Daha kalifiye sayılan ve bizden fazla maaş alan model hane ile masa başı personelinin çalışma koşullarına göre, üretimin en ağır kısmını yapan bizlerin ortamı çok daha kötüydü. Diğer bölümlerde klima ve ısıtıcılar vardı. Bizim bölümde ise klima yoktu ve ortam çok rutubetliydi.
Nazlı: Çalıştığım ilk üç ay sigortamı yapmadılar. Üç aylık deneme süresinde sigorta yapma zorunluluklarının olmadığını söylediler ve üç ay sigortasız çalıştırıldım. Yemekler işyerinde yapılıyordu.
Semiha:İşe girdikten bir ay sonra sigortam yapıldı. Haftanın altı günü çalışıyorduk, mesailerimiz çok yoğundu. Mesailer son anda haber veriliyordu ve isteğe bağlı olmaksızın zorunlu tutuluyordu. Çoğu kez Pazar günleri bile çalışmak zorunda bırakılıyorduk. Resmi tatillerde de iznimiz yoktu ve çok yoğun çalışıyorduk. Resmi tatillerdeki çalışmamız için fazla mesai ücreti almamız gerekirken hiçbir zaman fazla mesai ücreti verilmiyordu.
İG: İşyerinde greve gitmenize sebep olan süreci kısaca anlata bilir misiniz, örneğin ne zaman ve nasıl başladı?
Tuğba: Maaşlarımızı Ağustos ayında zamlı olarak alacaktık. Normal şartlarda yıllık izinlerimizi toplu olarak kullanırdık. Fakat bu yıl bizleri ilk kez küçük gruplar halinde izne çıkardılar. İlk giden grup maaşlarını zamlı aldı. Normalde, zam dönemlerinde zam oranları maaş bordrosuyla birlikte verilen bir kağıtta açıklanırdı. Bu yıl ise, maaşını alanlar zam aldıklarını bile bilmiyorlardı. Çünkü, fazladan verilen paraları ek mesai ücreti zannetmişlerdi. İki yıl önce patronlarımız değişti. İki yıl öncesine kadar zam oranları yüzde on ile elli arasında değişirken, iki yıldır burayı devralan yeni patronlar piyasada durgunluk var bahanesiyle zam oranlarını düşürdü. Daha önce zam oranları belirlenirken işçilerin beklentileri dikkate alınırdı. Son zam oranları belirlenirken ise, kesinlikle biz işin içinde değildik, bizim dışımızda karar alıp uygulamaya kalktılar. İzin dönüşü gelen ilk grup yüzde beş zammı duyunca üretimi yavaşlatma kararı aldı. İzinden dönen ikinci grupla da görüşüldükten sonra işyerimizdeki eylem daha da yaygınlaştı. Amacımız üretimden gelen gücümüzü kullanarak bizi dikkate almayan patrona, zam gibi kritik bir konuda biz olmadan karar alamayacağını göstermekti.
Nazlı: İş yavaşlatma eyleminin ikinci gününde müdürler bizimle toplantı yapmak istediler. Bizlerin talebi yüzde on beş zam almaktı. "Kesinlikle yüzde beşin üzerinde zam vermeyeceğiz. Böyle devam ederseniz hakkınızda gerekeni yaparız, servisleri kaldırırız ve yemekleri de dışardan getirtiriz." diyerek bizi tehdit ettiler.
Semiha:Daha sonra, müdürler şirket avukatlarını getirerek bizle bir toplantı daha yaptılar. Noter getirerek eyleme katılanlar hakkında tutanak tuttular. Bizim haksız olduğumuzu söylediler, sonuçta da hiçbir hak alamadan işten atılmamızı sağlayacak bu tutanakları imzalatmaya çalıştılar. Fakat biz, bu oyunun farkındaydık ve hiç birimiz imza atmadık.
İG: İşten atmalar ne zaman başladı?
Tuğba: İş yavaşlatma eyleminden iki hafta sonra ilk olarak 30 Ağustos'ta iki makineci işten çıkarıldı. İşten çıkarılan işçilere tazminat verilmesi gerekirken hiçbir şey verilmedi. Üstelik bu insanlar uzun yıllardır burada çalışmışlardı. Ayrıca, bu iki kişi işçilerin kendi arasından seçtiği işçi temsilcileriydiler. İki arkadaşımız işten atıldıktan sonra müdürlerle bir toplantı daha yaptık ve arkadaşlarımızın geri alınmasını talep ettik. Bu toplantıda iki arkadaşımızın patronun tarafında yer almadığı için atıldığını öğrendik. Bir de atılan arkadaşlarımız suçluymuş gibi "özür dilerlerse işe dönebilirler" dendi.
Nazlı: İşten çıkarılan üçüncü kişi benim. 1 Eylül' de işime son verildi. Başka işçi çıkarılmayacak denmesine rağmen ben de çıkarıldım. Benim çıkarılma nedenim de Tekstil-Sen üyesi olmamdı. İstifa ettiğim anlamına gelen bir tutanak imzalatmaya kalktılar ama ben imzalamadım. Ayrıca bu tutanakta işçileri kışkırttığıma ve verimi düşürdüğüme dair tespitler yer alıyordu.
Semiha: Nazlı'dan sonra bir ustabaşı da çalışanlar arasında sendikalı işçi bulunduğunu müdürlere söylemediği ve eylemde öne çıkan işçileri idareye bildirmediği için işten atıldı. Aynı tutanağı ona da imzalatmaya çalıştılar, fakat o da imzalamadı. Bu arkadaş şu an avukat aracılığıyla hakkını almaya çalışıyor.
İG: Sizin atılma sebebiniz de diğer arkadaşlarınkiyle aynı mıydı?
Tuğba: En son atılan iki işçiden sonra müdürlerin, çalışan herkesi tek tek araştırarak kimin hangi mezhepten ve hangi memleketten olduğunu belirten bir liste hazırladığını öğrendik. Patronumuz ve işyerindeki müdürler, özellikle Alevi veya Kürt kökenli işçilerin sol görüşe daha eğilimli olduklarını düşündükleri için böyle bir liste hazırladılar. Bundan sonra işçilerin çıkabilecek herhangi bir sorunda toplu hareket etmelerine ön ayak olma potansiyeli yüksek, sivrilen kişileri işten atarak işyerini temizlemeyi amaçladılar. Herkesin işten atılma korkusu vardı ve bu yüzden Nazlı direnişte iken benden başka onun yanına destek vermeye giden kimse olmadı. Ben, bizim üretim bandında çalışan, işten ilk atılan bir makineciye çok üzüldüğüm için işyerinde sürekli sendikadan ve patrona karşı örgütlenmemiz gerektiğinden bahsediyordum. Bu durum müdürlerin kulağına gitti. Nazlı'ya destek verdiğim için göze batmıştım ve aynı zamanda Kürt olduğum için işten çıkartıldım. Başıma gelebilecek her şeyin farkındaydım, ama gene de Nazlı'yı yalnız bırakmadım. Tüm bu sebepler, patronun gözünde benim işten atılmam için yeter de artardı bile.
Semiha: Ben Alevi olduğum ve Tuğba ile arkadaşlık ettiğim için işten atıldım. 9 Eylül'de Tuğba ve benle birlikte iki erkek makineci daha işten atıldı. Daha önce atılan işçilerin önüne imzalamaları için konulan, aynı gerekçelerle bizi haksız ve suçlu gösteren tutanakları imzalatmaya çalıştılar. Fakat hiç birimiz imzalamadık. Tuğba, Nazlı, Aziz ve ben sendikalıydık. 2 Eylül'de ilk olarak Nazlı tek başına direnişe başladı daha sonra ben ve Tuğba 10 Eylülde Nazlı'ya katılarak direnişe başladık. Biz işten atıldıktan sonra müdürler işçilerle konuşma yapmışlar. "Direnişteki işçilerle konuşan veya atılanlar gibi ses çıkarmaya cesaret eden olursa şimdiden söylesin tazminatlarını ödeyerek çıkışlarını vereceğim. Ama, daha sonra işten çıkma talebiniz olursa, tek kuruş alamadan buradan gidersiniz." demiş. Bunun üzerine yirmi kişi işten ayrılmak için başvuru yapmış. Fakat, bu kadar fazla insanın birden işten ayrılması patronun işine gelmemişti. Müdürler, bilerek ayrılmak isteyenlerin tazminatlarını düşük hesapladılar, bu yüzden çıkmak isteyenler kararlarından vazgeçtiler. Sonuç olarak şimdiye kadar ben dahil dört kadın ve üç erkek olmak üzere yedi kişinin işine son verildi ve hiçbirimizin tazminatı ödenmedi. Şu an itibariyle üç kişi olarak direnişe devam ediyoruz.
İG: Son olarak, iş yavaşlatma eyleminden bugün burada yaptığınız direnişe kadar gelen aşamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tuğba: Bizler hakkımızı aradığımız, haksızlığa sesiz kalmadığımız için susturulmaya çalışıldık. Suçlu ilan edilip işten atılarak cezalandırıldık. Biz, işçilerin işten atılarak rahatça kapının önüne konulamayacağını, hakkımızı aramamız gerektiğini çalışan işçilere de göstermek istedik. Söyleyecek sözümüz var diyerek bu direnişe başladık. Direniş başta olmak üzere her türlü hukuki ve sendikal hakkımızı kullanarak gasp edilen haklarımızı almak için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Biz, en zor olanı göze alarak bu direnişe başladık. Bu günlerde, işyerinde ve servislerde tüm arkadaşlar bizi konuşuyorlarmış. Direnişimize gıpta ile baktıklarını anlatan sözleri kulağımıza geliyor. Bu sokaktaki atölyelerde çalışan diğer işçilere dikkat ediyoruz. Birçoğu sanki "aynı şeyi biz de yaşıyoruz, haklısınız" dercesine pencerelerden bizi izliyor. Direnişimizin, sessiz, başkaldırmaktan korkan, sindirilmiş işçi arkadaşlarımıza bir cesaret örneği olduğunu düşünüyorum.
Semiha: Sürekli ve yoğun olarak geceli gündüzlü fazla mesai yaptığımız halde, patronlar "Piyasada durgunluk var." diyerek emeğimizin hakkı olan ücreti sürekli cebimizden çaldılar. Biz uğradığımız bu haksızlığa karşı boyun eğmedik ve eğmeyeceğiz. Sırf Alevi veya Kürt olduğumuz için bizi dışlayan, hor gören anlayışı protesto ediyor ve şiddetle kınıyoruz.
Nazlı: Sendikaya üye olmak anayasal bir haktır. Bunu hiçbir patron engelleyemez. Biz işçiler, sendikalı, örgütlü olduğumuz ve birlikte hareket ettiğimiz sürece işveren, işçileri rahatça kapının önüne koyamaz.
İstanbul Şişli'de bulunan Evita Tekstil şirketi çalışanı yedi tekstil işçisi Ağustos ve Eylül aylarında sırayla işten atıldılar. Nedenleri farklı gibi gösterilmeye çalışılsa da aslında aynı suçu(!) işlediler. Suç mu? Patronun dayattığı düşük zam oranlarına karşı tavırlarını net ve örgütlü bir şekilde ortaya koymak. 2 Eylül'de fabrika önünde tek kişiyle başlayan direniş, iki işçinin daha katılımıyla on beş gün boyunca kararlı bir biçimde devam etti. Bu direnişin üzerinde durulması gereken en önemli yanı, direnişi yapanların üçünün de kadın olması. Kadınların, iki kere ezildiği, sürekli bastırıldığı bu çürük sistemde, kadınlar, kendi hayatlarına müdahale edebilme hakkını, yapacakları direnişlerle elde edecekler. Bu yüzden bu üç kadın arkadaşımız başta kadınlar olmak üzere, tüm işçi sınıfına yol gösterebilme cesaretlerinden dolayı, ne kadar takdir edilse azdır.
17 Eylül günü fabrika önünde yapılan basın açıklamasıyla sona erdirilen direniş, hukuki alanda hala devam ediyor. Tüm İlerici Gençlik Derneği üyeleri olarak direniş sırasında arkadaşlarımızı yalnız bırakmadık ve sürekli ziyaret ettik. Onların sesi çok gürdü ve anlatacak çok şeyleri vardı. Üzerimize düşen görevi yerine getirdik ve onların sesini sizlerle buluşturmak için aşağıdaki röportajı yaptık.
İlerici Gençlik: Evita Tekstil'de hangi bölümde ve kaç yıldır çalışıyordunuz?
Tuğba: Sekiz aydır penye dikim bölümünde, overlok makinesinde çalışıyordum.
Nazlı: Ben de iki yıldır penye dikim bölümünde, overlok makinesinde çalışıyordum.
Semiha:İki yıldır dokuma dikim bölümündeyim, düz makineci olarak çalışıyordum.
İG: Peki sigortanız var mıydı; çalışma koşullarınız nasıldı?
Tuğba: Günde dokuz saat çalışıyorduk. Sigortam vardı. İşe Ocak 2004'te başladım, önce "Nisan ayında sigortanı yapacağız." dediler, fakat sigortam Mayıs ayında yapıldı.Yani dört ay sigortasız çalıştırıldım. İşyerinde servislerimiz vardı, yol parası vermiyorduk. Ancak çalışma ortamımız çok bunaltıcı ve sağlıksızdı. Daha kalifiye sayılan ve bizden fazla maaş alan model hane ile masa başı personelinin çalışma koşullarına göre, üretimin en ağır kısmını yapan bizlerin ortamı çok daha kötüydü. Diğer bölümlerde klima ve ısıtıcılar vardı. Bizim bölümde ise klima yoktu ve ortam çok rutubetliydi.
Nazlı: Çalıştığım ilk üç ay sigortamı yapmadılar. Üç aylık deneme süresinde sigorta yapma zorunluluklarının olmadığını söylediler ve üç ay sigortasız çalıştırıldım. Yemekler işyerinde yapılıyordu.
Semiha:İşe girdikten bir ay sonra sigortam yapıldı. Haftanın altı günü çalışıyorduk, mesailerimiz çok yoğundu. Mesailer son anda haber veriliyordu ve isteğe bağlı olmaksızın zorunlu tutuluyordu. Çoğu kez Pazar günleri bile çalışmak zorunda bırakılıyorduk. Resmi tatillerde de iznimiz yoktu ve çok yoğun çalışıyorduk. Resmi tatillerdeki çalışmamız için fazla mesai ücreti almamız gerekirken hiçbir zaman fazla mesai ücreti verilmiyordu.
İG: İşyerinde greve gitmenize sebep olan süreci kısaca anlata bilir misiniz, örneğin ne zaman ve nasıl başladı?
Tuğba: Maaşlarımızı Ağustos ayında zamlı olarak alacaktık. Normal şartlarda yıllık izinlerimizi toplu olarak kullanırdık. Fakat bu yıl bizleri ilk kez küçük gruplar halinde izne çıkardılar. İlk giden grup maaşlarını zamlı aldı. Normalde, zam dönemlerinde zam oranları maaş bordrosuyla birlikte verilen bir kağıtta açıklanırdı. Bu yıl ise, maaşını alanlar zam aldıklarını bile bilmiyorlardı. Çünkü, fazladan verilen paraları ek mesai ücreti zannetmişlerdi. İki yıl önce patronlarımız değişti. İki yıl öncesine kadar zam oranları yüzde on ile elli arasında değişirken, iki yıldır burayı devralan yeni patronlar piyasada durgunluk var bahanesiyle zam oranlarını düşürdü. Daha önce zam oranları belirlenirken işçilerin beklentileri dikkate alınırdı. Son zam oranları belirlenirken ise, kesinlikle biz işin içinde değildik, bizim dışımızda karar alıp uygulamaya kalktılar. İzin dönüşü gelen ilk grup yüzde beş zammı duyunca üretimi yavaşlatma kararı aldı. İzinden dönen ikinci grupla da görüşüldükten sonra işyerimizdeki eylem daha da yaygınlaştı. Amacımız üretimden gelen gücümüzü kullanarak bizi dikkate almayan patrona, zam gibi kritik bir konuda biz olmadan karar alamayacağını göstermekti.
Nazlı: İş yavaşlatma eyleminin ikinci gününde müdürler bizimle toplantı yapmak istediler. Bizlerin talebi yüzde on beş zam almaktı. "Kesinlikle yüzde beşin üzerinde zam vermeyeceğiz. Böyle devam ederseniz hakkınızda gerekeni yaparız, servisleri kaldırırız ve yemekleri de dışardan getirtiriz." diyerek bizi tehdit ettiler.
Semiha:Daha sonra, müdürler şirket avukatlarını getirerek bizle bir toplantı daha yaptılar. Noter getirerek eyleme katılanlar hakkında tutanak tuttular. Bizim haksız olduğumuzu söylediler, sonuçta da hiçbir hak alamadan işten atılmamızı sağlayacak bu tutanakları imzalatmaya çalıştılar. Fakat biz, bu oyunun farkındaydık ve hiç birimiz imza atmadık.
İG: İşten atmalar ne zaman başladı?
Tuğba: İş yavaşlatma eyleminden iki hafta sonra ilk olarak 30 Ağustos'ta iki makineci işten çıkarıldı. İşten çıkarılan işçilere tazminat verilmesi gerekirken hiçbir şey verilmedi. Üstelik bu insanlar uzun yıllardır burada çalışmışlardı. Ayrıca, bu iki kişi işçilerin kendi arasından seçtiği işçi temsilcileriydiler. İki arkadaşımız işten atıldıktan sonra müdürlerle bir toplantı daha yaptık ve arkadaşlarımızın geri alınmasını talep ettik. Bu toplantıda iki arkadaşımızın patronun tarafında yer almadığı için atıldığını öğrendik. Bir de atılan arkadaşlarımız suçluymuş gibi "özür dilerlerse işe dönebilirler" dendi.
Nazlı: İşten çıkarılan üçüncü kişi benim. 1 Eylül' de işime son verildi. Başka işçi çıkarılmayacak denmesine rağmen ben de çıkarıldım. Benim çıkarılma nedenim de Tekstil-Sen üyesi olmamdı. İstifa ettiğim anlamına gelen bir tutanak imzalatmaya kalktılar ama ben imzalamadım. Ayrıca bu tutanakta işçileri kışkırttığıma ve verimi düşürdüğüme dair tespitler yer alıyordu.
Semiha: Nazlı'dan sonra bir ustabaşı da çalışanlar arasında sendikalı işçi bulunduğunu müdürlere söylemediği ve eylemde öne çıkan işçileri idareye bildirmediği için işten atıldı. Aynı tutanağı ona da imzalatmaya çalıştılar, fakat o da imzalamadı. Bu arkadaş şu an avukat aracılığıyla hakkını almaya çalışıyor.
İG: Sizin atılma sebebiniz de diğer arkadaşlarınkiyle aynı mıydı?
Tuğba: En son atılan iki işçiden sonra müdürlerin, çalışan herkesi tek tek araştırarak kimin hangi mezhepten ve hangi memleketten olduğunu belirten bir liste hazırladığını öğrendik. Patronumuz ve işyerindeki müdürler, özellikle Alevi veya Kürt kökenli işçilerin sol görüşe daha eğilimli olduklarını düşündükleri için böyle bir liste hazırladılar. Bundan sonra işçilerin çıkabilecek herhangi bir sorunda toplu hareket etmelerine ön ayak olma potansiyeli yüksek, sivrilen kişileri işten atarak işyerini temizlemeyi amaçladılar. Herkesin işten atılma korkusu vardı ve bu yüzden Nazlı direnişte iken benden başka onun yanına destek vermeye giden kimse olmadı. Ben, bizim üretim bandında çalışan, işten ilk atılan bir makineciye çok üzüldüğüm için işyerinde sürekli sendikadan ve patrona karşı örgütlenmemiz gerektiğinden bahsediyordum. Bu durum müdürlerin kulağına gitti. Nazlı'ya destek verdiğim için göze batmıştım ve aynı zamanda Kürt olduğum için işten çıkartıldım. Başıma gelebilecek her şeyin farkındaydım, ama gene de Nazlı'yı yalnız bırakmadım. Tüm bu sebepler, patronun gözünde benim işten atılmam için yeter de artardı bile.
Semiha: Ben Alevi olduğum ve Tuğba ile arkadaşlık ettiğim için işten atıldım. 9 Eylül'de Tuğba ve benle birlikte iki erkek makineci daha işten atıldı. Daha önce atılan işçilerin önüne imzalamaları için konulan, aynı gerekçelerle bizi haksız ve suçlu gösteren tutanakları imzalatmaya çalıştılar. Fakat hiç birimiz imzalamadık. Tuğba, Nazlı, Aziz ve ben sendikalıydık. 2 Eylül'de ilk olarak Nazlı tek başına direnişe başladı daha sonra ben ve Tuğba 10 Eylülde Nazlı'ya katılarak direnişe başladık. Biz işten atıldıktan sonra müdürler işçilerle konuşma yapmışlar. "Direnişteki işçilerle konuşan veya atılanlar gibi ses çıkarmaya cesaret eden olursa şimdiden söylesin tazminatlarını ödeyerek çıkışlarını vereceğim. Ama, daha sonra işten çıkma talebiniz olursa, tek kuruş alamadan buradan gidersiniz." demiş. Bunun üzerine yirmi kişi işten ayrılmak için başvuru yapmış. Fakat, bu kadar fazla insanın birden işten ayrılması patronun işine gelmemişti. Müdürler, bilerek ayrılmak isteyenlerin tazminatlarını düşük hesapladılar, bu yüzden çıkmak isteyenler kararlarından vazgeçtiler. Sonuç olarak şimdiye kadar ben dahil dört kadın ve üç erkek olmak üzere yedi kişinin işine son verildi ve hiçbirimizin tazminatı ödenmedi. Şu an itibariyle üç kişi olarak direnişe devam ediyoruz.
İG: Son olarak, iş yavaşlatma eyleminden bugün burada yaptığınız direnişe kadar gelen aşamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tuğba: Bizler hakkımızı aradığımız, haksızlığa sesiz kalmadığımız için susturulmaya çalışıldık. Suçlu ilan edilip işten atılarak cezalandırıldık. Biz, işçilerin işten atılarak rahatça kapının önüne konulamayacağını, hakkımızı aramamız gerektiğini çalışan işçilere de göstermek istedik. Söyleyecek sözümüz var diyerek bu direnişe başladık. Direniş başta olmak üzere her türlü hukuki ve sendikal hakkımızı kullanarak gasp edilen haklarımızı almak için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Biz, en zor olanı göze alarak bu direnişe başladık. Bu günlerde, işyerinde ve servislerde tüm arkadaşlar bizi konuşuyorlarmış. Direnişimize gıpta ile baktıklarını anlatan sözleri kulağımıza geliyor. Bu sokaktaki atölyelerde çalışan diğer işçilere dikkat ediyoruz. Birçoğu sanki "aynı şeyi biz de yaşıyoruz, haklısınız" dercesine pencerelerden bizi izliyor. Direnişimizin, sessiz, başkaldırmaktan korkan, sindirilmiş işçi arkadaşlarımıza bir cesaret örneği olduğunu düşünüyorum.
Semiha: Sürekli ve yoğun olarak geceli gündüzlü fazla mesai yaptığımız halde, patronlar "Piyasada durgunluk var." diyerek emeğimizin hakkı olan ücreti sürekli cebimizden çaldılar. Biz uğradığımız bu haksızlığa karşı boyun eğmedik ve eğmeyeceğiz. Sırf Alevi veya Kürt olduğumuz için bizi dışlayan, hor gören anlayışı protesto ediyor ve şiddetle kınıyoruz.
Nazlı: Sendikaya üye olmak anayasal bir haktır. Bunu hiçbir patron engelleyemez. Biz işçiler, sendikalı, örgütlü olduğumuz ve birlikte hareket ettiğimiz sürece işveren, işçileri rahatça kapının önüne koyamaz.