Tarih: Kasım 2004 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:8
ÜNİVERSİTE KAPILARI EMEKÇİ ÇOCUKLARINA KAPATILAMAZ!
Üniversiteliler olarak yeni bir akademik yıla başladık. Gençliğin hak arama mücadelesi ise sürüyor, yükseliyor. Sorunlarımızın, sistemin genel sorunlarının bir yansıması olduğu bilincindeyiz.
Sorunlarımıza böyle bütünsel bir şekilde yaklaştığımızda aslında eğitim alanına ilişkin bütün sorunlarımızı kapsayan bir olguyla karşı karşıya kalıyoruz: Üniversite kapıları emekçi çocuklarına kapatılmaya çalışılıyor! Böyle söyleyince meselelerimize indirgemeci bir mantıkla baktığım sanılmasın. Diğer sorunlarımızı görmezden gelmiyorum. Ama bugün güncel olarak önümüzde duran en büyük saldırı budur. Öncelikle akademik-demokratik haklarımızın büyük bir kısmını elimizden alarak üniversite gençliğinin örgütlenmesini engellemeye ve mücadele kanallarını kapatmaya çalışan egemenler, tepemize oturttukları gerici ve faşist YÖK aracılığıyla da yürüttükleri özelleştirme politikalarını genel olarak bütün bir eğitim sisteminde yürüterek, tamamen piyasaya (yada paraya) endeksli bir üniversite hayatı oluşturma çabası içindeler. Bu da demektir ki yoksulların çocukları eğitim-öğretim sürecinin adım adım dışına itilecek.
Durum açık: Tamamen parasız olması gereken ilk ve orta öğrenim süreci hala kamunun elinde görünse de, ilköğrenim okuluna başlayan bir öğrenci -bu kademenin zorunlu olmasına karşın- ailesine ciddi bir maddi külfet oluşturmaktadır. Daha ilk yıllardan itibaren emekçi çocuklarının aleyhine çalışan sistem, söz konusu üniversite olduğunda ise üniversite sınavları aracılığıyla, emekçi çocukların üniversite okuma haklarını adeta gasp ediyor. Sınavlardan başarılı olabilmek için neredeyse zorunluluk haline gelmiş olan dershanelere kaç yoksul öğrencinin gidebildiğini ve gidenlerin kaçının iyi bir dershane hizmeti alabildiğini bir düşünün. Bir de üstüne maddi imkansızlıklar nedeniyle iyi bir okulda nitelikli bir eğitim alma olanaklarının darlığını düşünün. İşte durum ortada Mesele buraya kadar üniversitenin dışındaki gençliğin sorunuymuş gibi görünebilir. Ama saldırıları biraz daha incelersek hiç de öyle olmadığı anlaşılacaktır. Sistemin kurduğu bu barikatları aşıp üniversiteye geneler de aha ilk günlerinden itibaren yoğun bir masraf tablosuyla karşı karşıya kalıyorlar. Üniversite har(a)çları, kayıt paraları, mediko-sosyal paraları, eğitimimiz için gerekli araç gereçler ve kitapların fiyatları, okullarımıza ulaşabilmek için harcadığımız paralar (çoğu şehirde öğrenci indirimleri ancak % 30'lar seviyesinde), barınma sorununu halledebilmek için çoğumuzun ödemek zorunda kaldığı fahiş kira bedelleri -ki bu evler aslında sağlıksız ve kötü koşullarda barınılabilen evler olur genelde- yoksulluğun getirdiği sağlıksız beslenme koşulları ve hastalıklar ve tüm bunların yanında neredeyse komik miktarlardaki öğrenci bursları vs. vs
Saymakla bitmeyen bir sürü ekonomik sorun. İşin kötüsü, bütün bu sıkıntılara karşın arkadaşlarımızın önemli bir kısmı için mezun olduklarında bir meslek garantisi de yok!
Tüm bu manzara karşısında: "Üniversite Kapıları Emekçi Çocuklarına Kapatılamaz!" sloganımızın daha bir öne çıkması gerekiyor. Bu öğretim yılı ve devamındaki mücadelelerimizde bu şiarı yükseltmemiz, vurguyu buraya çekmemiz gerektiği açık. Bu çığlığımızı üniversitemizin duvarlarından sokakların duvarlarına; dağıttığımız bildirilerden çıkardığımız yayınlara ve fabrikalardan, köylerden alanlara kadar günlük hayatın her alanına taşımak hiç kuşku yok ki çok yaşamsal bir sorumluluk.
Sorunlarımıza böyle bütünsel bir şekilde yaklaştığımızda aslında eğitim alanına ilişkin bütün sorunlarımızı kapsayan bir olguyla karşı karşıya kalıyoruz: Üniversite kapıları emekçi çocuklarına kapatılmaya çalışılıyor! Böyle söyleyince meselelerimize indirgemeci bir mantıkla baktığım sanılmasın. Diğer sorunlarımızı görmezden gelmiyorum. Ama bugün güncel olarak önümüzde duran en büyük saldırı budur. Öncelikle akademik-demokratik haklarımızın büyük bir kısmını elimizden alarak üniversite gençliğinin örgütlenmesini engellemeye ve mücadele kanallarını kapatmaya çalışan egemenler, tepemize oturttukları gerici ve faşist YÖK aracılığıyla da yürüttükleri özelleştirme politikalarını genel olarak bütün bir eğitim sisteminde yürüterek, tamamen piyasaya (yada paraya) endeksli bir üniversite hayatı oluşturma çabası içindeler. Bu da demektir ki yoksulların çocukları eğitim-öğretim sürecinin adım adım dışına itilecek.
Durum açık: Tamamen parasız olması gereken ilk ve orta öğrenim süreci hala kamunun elinde görünse de, ilköğrenim okuluna başlayan bir öğrenci -bu kademenin zorunlu olmasına karşın- ailesine ciddi bir maddi külfet oluşturmaktadır. Daha ilk yıllardan itibaren emekçi çocuklarının aleyhine çalışan sistem, söz konusu üniversite olduğunda ise üniversite sınavları aracılığıyla, emekçi çocukların üniversite okuma haklarını adeta gasp ediyor. Sınavlardan başarılı olabilmek için neredeyse zorunluluk haline gelmiş olan dershanelere kaç yoksul öğrencinin gidebildiğini ve gidenlerin kaçının iyi bir dershane hizmeti alabildiğini bir düşünün. Bir de üstüne maddi imkansızlıklar nedeniyle iyi bir okulda nitelikli bir eğitim alma olanaklarının darlığını düşünün. İşte durum ortada Mesele buraya kadar üniversitenin dışındaki gençliğin sorunuymuş gibi görünebilir. Ama saldırıları biraz daha incelersek hiç de öyle olmadığı anlaşılacaktır. Sistemin kurduğu bu barikatları aşıp üniversiteye geneler de aha ilk günlerinden itibaren yoğun bir masraf tablosuyla karşı karşıya kalıyorlar. Üniversite har(a)çları, kayıt paraları, mediko-sosyal paraları, eğitimimiz için gerekli araç gereçler ve kitapların fiyatları, okullarımıza ulaşabilmek için harcadığımız paralar (çoğu şehirde öğrenci indirimleri ancak % 30'lar seviyesinde), barınma sorununu halledebilmek için çoğumuzun ödemek zorunda kaldığı fahiş kira bedelleri -ki bu evler aslında sağlıksız ve kötü koşullarda barınılabilen evler olur genelde- yoksulluğun getirdiği sağlıksız beslenme koşulları ve hastalıklar ve tüm bunların yanında neredeyse komik miktarlardaki öğrenci bursları vs. vs
Saymakla bitmeyen bir sürü ekonomik sorun. İşin kötüsü, bütün bu sıkıntılara karşın arkadaşlarımızın önemli bir kısmı için mezun olduklarında bir meslek garantisi de yok!
Tüm bu manzara karşısında: "Üniversite Kapıları Emekçi Çocuklarına Kapatılamaz!" sloganımızın daha bir öne çıkması gerekiyor. Bu öğretim yılı ve devamındaki mücadelelerimizde bu şiarı yükseltmemiz, vurguyu buraya çekmemiz gerektiği açık. Bu çığlığımızı üniversitemizin duvarlarından sokakların duvarlarına; dağıttığımız bildirilerden çıkardığımız yayınlara ve fabrikalardan, köylerden alanlara kadar günlük hayatın her alanına taşımak hiç kuşku yok ki çok yaşamsal bir sorumluluk.