Tarih: 13.12.2005 | Kategori:
İnceleme - Yorum
Sömürünün, baskının, işkencenin kol gezdiği dünya ve Dünya İnsan Hakları Haftası
10 Aralık 1948 günü, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni kabul ederek, "insan hakları" kavramını ve gereklerini uluslararası hukukun bir parçası haline getirmişti. Bu bildirgeye bir çok ülkeyle birlikte Türkiye'de onay vermişti.
insan haklarının, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile evrensel ölçekte garanti altına alınmasının üzerinden 57yıl geçti. Bu 57 yıl, insan hakları açısından utanç verici sayısız olaya tanık oldu. İnsan haklarının ayaklar altına alınmasında, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin delik deşik bir kağıt parçasına çevrilmesinde baş rol kuşkusuz, emperyalizmin en büyük merkezi olan ABD'nin dir.
Sayısız savaşlar, müdahalelerle dünya halklarının üzerinde terör estiren ve onların tümünü birden sömürgeleştirmeye, köleleştirmeye çalışan emperyalistler, ayrıca bir çok ülkede faşist/askeri darbeleri ve gerici diktatörlükleri desteklemişlerdir. Bu gün de "uygar dünya", uygarlık adına Filistin, Afganistan ve Irak'ta kanlı işgaller gerçekleştiriyor. Dünya'nın jandarmalığına soyunan ABD, çeşitli ülke vatandaşlarını, ABD sınırları dışında gerçekleştirdiği operasyonlarla kaçırıyor, tutukluyor, yok ediyor. "Terör suçlusu" olarak kabul ettiği bu insanları, "CIA uçaklarına" koyuyor ve aralarında bir sürü AB ülkesinin de bulunduğu ülkelerin sağladığı olanakları kullanarak, bu insanlara işkenceler yapıyor.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'ne taraf olan ülkemizde de durum dünya genelinden farklı görünmüyor. Ülkemizin geçirdiği askeri-faşist darbeleri, faşizmin zindanlarında her türlü insanlık dışı muameleye kalan insanlarımızı, artık sürekli bir hale dönmüş olan baskı ve işkence koşullarını, AB ülkelerinin onay vermesiyle gerçekleştirilen F tipi kıyımlarını, halen yürürlükte olan tecrit koşullarını, Kürt Halkına yönelik baskı ve kıyımları, Susurluktan-Şemdinli'ye uzanan çeteler zincirini hatırlamak Türkiye'de insan haklarının bulunduğu konumu ortaya koyuyor.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin ilanından bu güne kadar geçen zaman zarfında, bazı emperyalist Avrupa ülkelerinin insan haklarının ve demokratik hakların bir kısmını, kendi ülkelerinde uygulamak zorunda kaldıklarını ve giderek bu yaşam tarzının toplum tarafından kabul edilen bir yaşam tarzı olarak gerçekleştiğini de görüyoruz. Ancak unutmamak gerekir ki, bu ülkeler kendi halklarına yönelik göstermelik bir takım uygulamaları yaparkan bile, dünya halklarının kanına girmekten vazgeçmemişlerdir. Bu ülkelerin, görece insan haklarına duyarlı ve görece demokratik olmasının temel nedenlerini incelediğimizde ise bunu sağlayan temel faktörün komünistlerin önderliğinde yürütülen sınıf kavgasına bağlı bir demokrasi mücadelesi olduğunu görüyoruz. Tabii bu temel unsurun yanında emperyalist ülkelerin işçi sınıfına ve halklarına güçlü bir örnek teşkil eden Sovyetler Birliği'nin ilerici baskısını da unutmamak gerekir.
Bir kez daha görüyoruz ki, hiçbir hakkın burjuvazi tarafından "garantiye" alınması bir anlam ifade etmemektedir. Her türlü insan hakkı ve demokratik haklar, ancak ve ancak, ilericilerin ve komünistlerin muhalefeti yükseltmeleri, muhalefetlerini sürekli kılmaları ve işçi sınıfının egemenliğini kurmaları ile garanti altına alına alınabilecektir.
insan haklarının, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile evrensel ölçekte garanti altına alınmasının üzerinden 57yıl geçti. Bu 57 yıl, insan hakları açısından utanç verici sayısız olaya tanık oldu. İnsan haklarının ayaklar altına alınmasında, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin delik deşik bir kağıt parçasına çevrilmesinde baş rol kuşkusuz, emperyalizmin en büyük merkezi olan ABD'nin dir.
Sayısız savaşlar, müdahalelerle dünya halklarının üzerinde terör estiren ve onların tümünü birden sömürgeleştirmeye, köleleştirmeye çalışan emperyalistler, ayrıca bir çok ülkede faşist/askeri darbeleri ve gerici diktatörlükleri desteklemişlerdir. Bu gün de "uygar dünya", uygarlık adına Filistin, Afganistan ve Irak'ta kanlı işgaller gerçekleştiriyor. Dünya'nın jandarmalığına soyunan ABD, çeşitli ülke vatandaşlarını, ABD sınırları dışında gerçekleştirdiği operasyonlarla kaçırıyor, tutukluyor, yok ediyor. "Terör suçlusu" olarak kabul ettiği bu insanları, "CIA uçaklarına" koyuyor ve aralarında bir sürü AB ülkesinin de bulunduğu ülkelerin sağladığı olanakları kullanarak, bu insanlara işkenceler yapıyor.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'ne taraf olan ülkemizde de durum dünya genelinden farklı görünmüyor. Ülkemizin geçirdiği askeri-faşist darbeleri, faşizmin zindanlarında her türlü insanlık dışı muameleye kalan insanlarımızı, artık sürekli bir hale dönmüş olan baskı ve işkence koşullarını, AB ülkelerinin onay vermesiyle gerçekleştirilen F tipi kıyımlarını, halen yürürlükte olan tecrit koşullarını, Kürt Halkına yönelik baskı ve kıyımları, Susurluktan-Şemdinli'ye uzanan çeteler zincirini hatırlamak Türkiye'de insan haklarının bulunduğu konumu ortaya koyuyor.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin ilanından bu güne kadar geçen zaman zarfında, bazı emperyalist Avrupa ülkelerinin insan haklarının ve demokratik hakların bir kısmını, kendi ülkelerinde uygulamak zorunda kaldıklarını ve giderek bu yaşam tarzının toplum tarafından kabul edilen bir yaşam tarzı olarak gerçekleştiğini de görüyoruz. Ancak unutmamak gerekir ki, bu ülkeler kendi halklarına yönelik göstermelik bir takım uygulamaları yaparkan bile, dünya halklarının kanına girmekten vazgeçmemişlerdir. Bu ülkelerin, görece insan haklarına duyarlı ve görece demokratik olmasının temel nedenlerini incelediğimizde ise bunu sağlayan temel faktörün komünistlerin önderliğinde yürütülen sınıf kavgasına bağlı bir demokrasi mücadelesi olduğunu görüyoruz. Tabii bu temel unsurun yanında emperyalist ülkelerin işçi sınıfına ve halklarına güçlü bir örnek teşkil eden Sovyetler Birliği'nin ilerici baskısını da unutmamak gerekir.
Bir kez daha görüyoruz ki, hiçbir hakkın burjuvazi tarafından "garantiye" alınması bir anlam ifade etmemektedir. Her türlü insan hakkı ve demokratik haklar, ancak ve ancak, ilericilerin ve komünistlerin muhalefeti yükseltmeleri, muhalefetlerini sürekli kılmaları ve işçi sınıfının egemenliğini kurmaları ile garanti altına alına alınabilecektir.