Tarih: 12.12.2011 | Kategori:
İnceleme - Yorum
Sizi tarihin çöp 'konteyner'ine atacağız efendiler!
08.12.2011'de Başbakanlık Afet Ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı'ndan (AFAD) yapılan yazılı açıklamaya göre sipariş edilen 22 bin konteynerin 8 bininin bölgeye ulaştığı açıklaması yapıldı. Bu haber kimi medya çevrelerince hemen gündem haberi olarak duyuruldu.
İki gün önce de Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, bölgede gerçekleştirdiği ziyaret sonrasında yaptığı açıklamada, 7 bin konteynerin bölgeye ulaştığını, depremden sonra başlayan konteynır dağıtımının köylerin büyük bir kısmında tamamlandığından bahsetti. Birinci depremden bu yana periyodik olarak iki ayrı gönüllü kafileyle bölgeye giden, TÜM-İGD'li gençler ise bu konteynırlardan bir tanesine bile denk gelmediklerini söylüyor. Bölgedeki dostlarımızdan edindiğimiz bilgilerde, Van halkını soğuktan koruyacak tedbirlerin, gözle görülür, fark edilir düzeyde olmadığı.
Depremzede vatandaşlar kışı sıcak bir ortamda geçirecek(miş!)
Nüfusunun yarısı kadarının göç ettiği söylenen Van'ın şu an en iyimser haliyle beş yüz bin civarında bir nüfusu olduğu düşünülürse sipariş edilen ve bölgeye ulaştığı söylenen konteynerlerin bölgede nasıl bir ihtiyacı karşılayacağı pek anlaşılabilir değil.
Sıradan insan depreme karşı
İnsan ürettiklerinin mahkûmu olunca, doğayla ilişkisindeki çelişkileri görmez oluyor. Slavoj Zizek'in İzlanda'daki Volkan felaketinden sonra dile getirdiği gibi insanın, doğayı dönüştürmedeki tüm gücüne rağmen, diğer canlı türlerinden farkı olmadığı ortaya çıkıyor, doğanın insafına daha çok muhtaç olduğumuz bir çağda yaşıyoruz.
Doğayı dönüştürme yetisi insanın örgütlü gücünden gelir, birlikte üreten insan, birçok felaketin üstesinden de örgütlü hareket edebilmesi sayesinde gelir. Fakat bu gücü yöneten, bu güce hakim olan sermaye ise, bu insanın üretme, dönüştürme gücü top yekun sermaye'nin hizmetinde yönlendirilir, ekolojik felaketler sonrasında bölge insanlarından çok rahat vazgeçebilen ve hatta en kaba haliyle felaketlerden etkilenen insanları köleleştirme fırsatını değerlendiren bir sistemle karşı karşıyayız.
İnsanlar neden göçe zorlanıyor?
Yaklaşık yirmi yıldır, özgür Ortadoğu halkları, savaşlarla, ambargolarla, yalnızlaştırma politikalarıyla göçe zorlanıyor ve Batı'ya sömürülecek insan gücü olarak taşınıyor.
Hükümetin, Van halkını göçe zorlaması, bölgenin kendini toparlamak için ihtiyaç duyduğu tüm destekleri engellemesi ve göz boyayıcı, suni yardımlarla, politik egemenliğini, insanlık nezdinde meşrulaştırma çalışması hiç de boşuna değil.
Velhasıl,
Sermayenin iştahını kabartan şey, sınır kapılarıyla, coğrafi konumuyla, yollu, yolsuz birçok ticari faaliyetin yürütülebileceği Van'a hâkim olmak isteğidir. Yapılan yardımların politik çığırtkanlıkla sunulması, gerçekte hiçbir sorunun giderilmediği halde, her şeyin kontrol altındaymışçasına gösterilmesi, Ulusal Medya'da Van ile ilgili haberlerin neredeyse yok denecek seviyeye getirilmesi ve oradaki insanların topraklarını terk etmeye yönlendirilmesi sermayenin mutlak hâkimiyet isteğinden başka bir şey değildir. Tüm halklarının, üretim gücünden nemalanan, tüm birikimini emekçi kitlelerden sağlayan, onları koruma, onlara bakma, tüm yaşamsal sorunlarını giderme vaadiyle iktidara gelen veyahut iktidar talep eden sermaye, yardımseverlik maskesinin arkasına gizlenmiş politik hamlelerinin arkasında, doymak bilmez bir kan emicinin sinsi tavırlarıyla hareket ettiği gerçeğini emekçilerden gizleyemeyecek.
İki gün önce de Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, bölgede gerçekleştirdiği ziyaret sonrasında yaptığı açıklamada, 7 bin konteynerin bölgeye ulaştığını, depremden sonra başlayan konteynır dağıtımının köylerin büyük bir kısmında tamamlandığından bahsetti. Birinci depremden bu yana periyodik olarak iki ayrı gönüllü kafileyle bölgeye giden, TÜM-İGD'li gençler ise bu konteynırlardan bir tanesine bile denk gelmediklerini söylüyor. Bölgedeki dostlarımızdan edindiğimiz bilgilerde, Van halkını soğuktan koruyacak tedbirlerin, gözle görülür, fark edilir düzeyde olmadığı.
Depremzede vatandaşlar kışı sıcak bir ortamda geçirecek(miş!)
Nüfusunun yarısı kadarının göç ettiği söylenen Van'ın şu an en iyimser haliyle beş yüz bin civarında bir nüfusu olduğu düşünülürse sipariş edilen ve bölgeye ulaştığı söylenen konteynerlerin bölgede nasıl bir ihtiyacı karşılayacağı pek anlaşılabilir değil.
Sıradan insan depreme karşı
İnsan ürettiklerinin mahkûmu olunca, doğayla ilişkisindeki çelişkileri görmez oluyor. Slavoj Zizek'in İzlanda'daki Volkan felaketinden sonra dile getirdiği gibi insanın, doğayı dönüştürmedeki tüm gücüne rağmen, diğer canlı türlerinden farkı olmadığı ortaya çıkıyor, doğanın insafına daha çok muhtaç olduğumuz bir çağda yaşıyoruz.
Doğayı dönüştürme yetisi insanın örgütlü gücünden gelir, birlikte üreten insan, birçok felaketin üstesinden de örgütlü hareket edebilmesi sayesinde gelir. Fakat bu gücü yöneten, bu güce hakim olan sermaye ise, bu insanın üretme, dönüştürme gücü top yekun sermaye'nin hizmetinde yönlendirilir, ekolojik felaketler sonrasında bölge insanlarından çok rahat vazgeçebilen ve hatta en kaba haliyle felaketlerden etkilenen insanları köleleştirme fırsatını değerlendiren bir sistemle karşı karşıyayız.
İnsanlar neden göçe zorlanıyor?
Yaklaşık yirmi yıldır, özgür Ortadoğu halkları, savaşlarla, ambargolarla, yalnızlaştırma politikalarıyla göçe zorlanıyor ve Batı'ya sömürülecek insan gücü olarak taşınıyor.
Hükümetin, Van halkını göçe zorlaması, bölgenin kendini toparlamak için ihtiyaç duyduğu tüm destekleri engellemesi ve göz boyayıcı, suni yardımlarla, politik egemenliğini, insanlık nezdinde meşrulaştırma çalışması hiç de boşuna değil.
Velhasıl,
Sermayenin iştahını kabartan şey, sınır kapılarıyla, coğrafi konumuyla, yollu, yolsuz birçok ticari faaliyetin yürütülebileceği Van'a hâkim olmak isteğidir. Yapılan yardımların politik çığırtkanlıkla sunulması, gerçekte hiçbir sorunun giderilmediği halde, her şeyin kontrol altındaymışçasına gösterilmesi, Ulusal Medya'da Van ile ilgili haberlerin neredeyse yok denecek seviyeye getirilmesi ve oradaki insanların topraklarını terk etmeye yönlendirilmesi sermayenin mutlak hâkimiyet isteğinden başka bir şey değildir. Tüm halklarının, üretim gücünden nemalanan, tüm birikimini emekçi kitlelerden sağlayan, onları koruma, onlara bakma, tüm yaşamsal sorunlarını giderme vaadiyle iktidara gelen veyahut iktidar talep eden sermaye, yardımseverlik maskesinin arkasına gizlenmiş politik hamlelerinin arkasında, doymak bilmez bir kan emicinin sinsi tavırlarıyla hareket ettiği gerçeğini emekçilerden gizleyemeyecek.