Tarih: Haziran 2004 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:7
“BUGÜN ÇUKUROVA’DA YARIN HERYERDE...”
Bu sayımızda geçtiğimiz aylarda
Tarsus Çukurova Sanayi Tekstil
A.Ş.'den atılan 550 işçinin sesine
kulak verdik. Yürüttükleri savaşa bir
nebze de olsa destek olabilmek için;
onların sorunlarını dile getirmek üzere
içlerinden biri ile röportaj yaptık. Biz
sadece içlerinden birinin sözlerine kulak
verebildik ama burada unutulmaması
gereken bir nokta var. Bu ses;
sadece bir kişinin değil milyonların
sesidir. Dergimiz basıma hazırlanırken
Çukurova işçileri Ankara'daydılar.
Hepsine başarılar diliyoruz.
İlerici Gençlik: Ne kadar süre Çukurova Sanayi Tekstil A.Ş.'de çalıştınız?
Danyal Çalık: Fabrikaya 1995 yılında girdim. Sekiz sene çalıştım.
İlerici Gençlik: Çalışma şartlarınız nasıldı?
D.Ç: Günde sekiz saat, 7:00/15:00 ve 15: 00/23:00 olmak üzere iki vardiya şeklinde çalışıyordum. Ben konfeksiyon bölümündeydim. Diğer bölümlerde (iplik, dokuma, basma, büküm, makine-enerji, güvenlik, muhasebe, yemekhane gibi) üç vardiyalı olarak çalışılıyordu. Maaşlarımızı zamanında alıyorduk. Üç ayda bir ikramiyelerimiz vardı. Üstelik bayram, yılbaşı gibi özel günlerde erzak yardımı da alıyorduk.
İlerici Gençlik: İşyerinizde sorunlar ne zaman ve ne şekilde başladı?
D.Ç: 1997 yılı itibariyle ülkede yaşanan ekonomik krizle birlikte bir yönetim değişikliği yaşadık. Yeni gelen yönetim krizi bahane ederek aylıklarımızı iki-üç hafta gecikmeli olarak ödemeye başladı. Daha sonra aylarca hiç para almadığımız zamanlarda oldu. Bu arada ikramiyelerimiz de ödenmiyordu. Zaten amaçları ikramiyeyi kaldırmaktı. Son zamanlarda ise paralarımızı alamaz durumdaydık. Ayın başında ve sonunda 50'şer milyon olmak üzere sadece 100 milyon gibi düşük bir maaşla çalışıyorduk.
İlerici Gençlik: İşçiler ne zaman çıkartılmaya başlandı?
D.Ç: İlk çıkartılmalar 1999 yılının Şubat ayında başladı. Günde dokuz on kişi olmak üzere bir kaç ay içinde toplam 600 işçi çıkartıldı.
İlerici Gençlik: Bu işten çıkartılmalar sırasında hiçbir direniş gösterilmedi mi?
D.Ç: Evet, ne yazık ki arkadaşlarımız kuzu kuzu işten çıktılar.
İlerici Gençlik: Siz ne zaman işten çıkartıldınız?
D.Ç: Ben 17 Ekim 2003 günü işten çıkartıldım.
İlerici Gençlik: Siz nasıl bir direniş gösterdiniz?
D.Ç: Bizler sıranın bize geleceğini biliyorduk ve sessiz kalmadık. İlk olarak maaşlarımızın ödenmesi için 2003 OcakŞubat aylarında yemeklere, servislere gitmedik. Evlerimize gitmeyip fabrika bahçesinde yatıyorduk. Kısmi grevimizi vardiyalı olarak yaptık. Yani işimizi aksatmıyorduk. Biz vardiyalı olarak çalıştığımız için iş bitiminden sonra arkadaşlarla yer değiştiriyorduk. Bizim amacımız işleri aksatmak değil, maaşımızın ödenmesini sağlamaktı. Bu eylemimiz üç gün sürdü. Üç gün sonra genel müdür ve TEKSİF sendikası başkanı yanımıza geldi. Bize maaşlarımızın yatacağını vaat ederek söz yerindeyse bizi kandırdı. O gün 50 milyon hesaplarımıza yattı. Sonrası yine yok. Bizi hep "fabrika kapatılmak üzere, kriz var, kötü durumdayız" diye oyalıyorlardı. Sonra eylül ayında yönetim bizim bölümün genel müdürüne elemanlarını çıkarması emrini vermiş. Yani 97 kişiden 83 kişiyi çıkarmasını istemiş. genel müdürümüz Soner Bey kalifiye eleman yetiştirmenin zaten çok zor olduğunu, bunu yapamayacağını söylemesi üzerine ilk önce o işten çıkartıldı. Soner Bey'in yerine gelen yeni müdür bize sosyal haklarımızdan vazgeçip, asgari ücretten başlayarak işe devam etmemizi teklif etti. Biz bu teklifi kabul etmedik ve bir hafta içinde 83 arkadaş işsiz kaldık. Tabii ki diğer bölümlerde de aynı olaylar yaşandı. Fabrika ağustos ayı itibariyle işçileri izne göndermeye başladı ve 17 Ekim 2003 tarihi itabariyle de iş akitlerimize son verdi. İzinden döndüğümüzde de fabrikaya girmemize izin verilmedi. Fabrika bahçesinde sendika başkanı ve işverenin bize sunduğu "felaketnameyi" imzalamak zorunda kaldık. Ama Avukatımız Mete Üstüay'ın bize verdiği bilgiler doğrultusunda patronun verdiği evraklardan sadece işsizlik sigortası için verilen belgeleri imzaladık.
İlerici Gençlik: Bu süreçte sendika size nasıl yardımcı oldu?
D.Ç: Bizim sorunlarımızdan en önemlisi de budur zaten. Biz Türk-İş'e bağlı TEKSİF Sendikası'nda örgütlüyüz. Ama sendikamız en başından beri bizim tarafımızda değil, işveren tarafında olmuştur. Bizim öfkemiz yalnızca işverene değil, her zaman işverenin yanında olup, işvere ortak olan sendikaya da aynı zamanda. İşverene ortak diyorum, bu kelimenin gerçek anlamına da uygundur. Çünkü bizim fabrikanın yemekhane ve servislerinin işletmeciliğini TEKSİF Sendikası Şube Başkanı Necdet İnandıoğlu yapıyor. Anlayacağınız patronla birlikte ticaret yapıyor. Bu durumda da işçileri değil iş ortağını savunuyor. İşten çıkartmalar bile sendikanın isteği ile gerçekleştiriliyor. Sendika şube başkanı kendine yakın, kendini seçebilecek ve kendisinin işe aldırdığı işçileri fabrikada çalıştırıyor. Sendika taşeronlaştırmaya karşı olması gerekirken bizim fabrika da sendika başkanı taşeron. İşten çıkarılmayan işçilere ise asgari ücretle çalışma dayatılıyor. Yoksa işten atılmakla korkutuluyorlar. Yani TEKSİF her zaman patronla işbirliği içinde olup hiçbir zaman hakkımızı savunmamıştır. Üstelik biz hakkımızı aramak istediğimizde engel olup, bizi kandırma, oyalama yoluna gitmiştir.
İlerici Gençlik: Peki nasıl örgütlenebildiniz?
D.Ç: Biz işten atılan 83 kişi sessiz kalmayıp, hakkımızı almaya kararlıydık. Bu yönde de çalışmalarımıza başladık. İlk olarak arkadaşlarla parkta toplanıp neler yapabileceğimizi tartıştık. Bilgilenip, örgütlenmemiz gerekiyordu. Bu sırada avukatlarla da görüşmelerimiz devam ediyordu. Avukat Mete Üstüay bize çok yardımcı oldu. Eğitim-Sen Tarsus Şubesi binasında biraraya gelip toplantılar düzenledik Toplantıda kamuoyu oluşturmak için neler yapılabileceği tartışıldı. Eğitim-Sen'e gitmeden önce komitenin ne olduğunu dahi bilmiyorduk. Orada bizde düşünerek üretmeye başladık, dayanışmayı, karşılıklı sevgi ve saygıyı, paylaşmayı öğrendik. Özgüvenimiz geldi. Eylemlerimizi geliştirerek sürdürme kararı aldık. altı kasım günü Eğitim-Sen'de toplanıp otobüslerle fabrikanın önüne gittik. Fabrikanın önünde yaklaşık 100 işsiz oturma eylemi yapıp sloganlar attık. Amacımız çadır kurup oturmaktı ama gerekli izinleri almadığımız için o gün sadece "işimizi ve haklarımızı istiyoruz. Çukurova Tekstil'den atılan İşçiler" yazılı pankartımızı asabildik. Gerekli izinleri aldıktan sonra fabrika önünde kalma eylemimize başladık ve devam ediyoruz. Fabrikanın önünde sabahlıyoruz. Ateşler yakarak halay çekip, türküler söylüyoruz.
İlerici Gençlik: İstekleriniz, talepleriniz neler?
D.Ç: Bizler ihbar tazminatlarımızı, kıdem tazminatlarımızı ve içerideki maaşlarımızı almak istiyoruz. İşveren ise tazminatlarımızı 2004 ekim ayında üç taksitle vereceğini söylüyor. Bizler tazminatlarımızın hepsini en yakın zamanda istiyoruz. Bizler hakkımızı savunmayan, hep işverenin yanında olan sendika yönetimini yıkmak istiyoruz. Bizler işimizi istiyoruz. Bunun için de tüm şartları zorlayarak elimizden ne gelirse onu yapmaya kararlıyız. Fabrika önünde kalmaya başladıktan sonra ilk olarak ihbar tazminatlarımız yattı. Umuyorum ki diğer isteklerimize de kavuşacağız. Hukuki olarak da savaşımız devam ediyor. Bizi savunan dokuz avukat var.
İlerici Gençlik: Halkın tepkisi nasıl?
D.Ç: Fabrikanın E-5 karayolu üzerinde olması oradan gelip geçenlerin kornalarla, alkışlarla destek vermesi, bizlerin moralini yükseltiyor. Ama yakınlarımız o kadar umutsuz ki yaptıklarımızın boşuna olduğunu söyleyip, bize destek olacaklarına köstek oluyorlar. Hâla farkında değiller, şu an bizim yaşadıklarımızın bir gün -en yakın zamanda- kendi başlarına da gelebileceğini hiç düşünmüyorlar. Bizler yaşadıklarımızı, sorunlarımızı hazırladığımız bildirilerle onlara anlatıp bize destek olmalarını sağlamaya çalışıyoruz.
RÖPORTAJ: Nöber ÖZYÜREKOĞLU
İlerici Gençlik: Ne kadar süre Çukurova Sanayi Tekstil A.Ş.'de çalıştınız?
Danyal Çalık: Fabrikaya 1995 yılında girdim. Sekiz sene çalıştım.
İlerici Gençlik: Çalışma şartlarınız nasıldı?
D.Ç: Günde sekiz saat, 7:00/15:00 ve 15: 00/23:00 olmak üzere iki vardiya şeklinde çalışıyordum. Ben konfeksiyon bölümündeydim. Diğer bölümlerde (iplik, dokuma, basma, büküm, makine-enerji, güvenlik, muhasebe, yemekhane gibi) üç vardiyalı olarak çalışılıyordu. Maaşlarımızı zamanında alıyorduk. Üç ayda bir ikramiyelerimiz vardı. Üstelik bayram, yılbaşı gibi özel günlerde erzak yardımı da alıyorduk.
İlerici Gençlik: İşyerinizde sorunlar ne zaman ve ne şekilde başladı?
D.Ç: 1997 yılı itibariyle ülkede yaşanan ekonomik krizle birlikte bir yönetim değişikliği yaşadık. Yeni gelen yönetim krizi bahane ederek aylıklarımızı iki-üç hafta gecikmeli olarak ödemeye başladı. Daha sonra aylarca hiç para almadığımız zamanlarda oldu. Bu arada ikramiyelerimiz de ödenmiyordu. Zaten amaçları ikramiyeyi kaldırmaktı. Son zamanlarda ise paralarımızı alamaz durumdaydık. Ayın başında ve sonunda 50'şer milyon olmak üzere sadece 100 milyon gibi düşük bir maaşla çalışıyorduk.
İlerici Gençlik: İşçiler ne zaman çıkartılmaya başlandı?
D.Ç: İlk çıkartılmalar 1999 yılının Şubat ayında başladı. Günde dokuz on kişi olmak üzere bir kaç ay içinde toplam 600 işçi çıkartıldı.
İlerici Gençlik: Bu işten çıkartılmalar sırasında hiçbir direniş gösterilmedi mi?
D.Ç: Evet, ne yazık ki arkadaşlarımız kuzu kuzu işten çıktılar.
İlerici Gençlik: Siz ne zaman işten çıkartıldınız?
D.Ç: Ben 17 Ekim 2003 günü işten çıkartıldım.
İlerici Gençlik: Siz nasıl bir direniş gösterdiniz?
D.Ç: Bizler sıranın bize geleceğini biliyorduk ve sessiz kalmadık. İlk olarak maaşlarımızın ödenmesi için 2003 OcakŞubat aylarında yemeklere, servislere gitmedik. Evlerimize gitmeyip fabrika bahçesinde yatıyorduk. Kısmi grevimizi vardiyalı olarak yaptık. Yani işimizi aksatmıyorduk. Biz vardiyalı olarak çalıştığımız için iş bitiminden sonra arkadaşlarla yer değiştiriyorduk. Bizim amacımız işleri aksatmak değil, maaşımızın ödenmesini sağlamaktı. Bu eylemimiz üç gün sürdü. Üç gün sonra genel müdür ve TEKSİF sendikası başkanı yanımıza geldi. Bize maaşlarımızın yatacağını vaat ederek söz yerindeyse bizi kandırdı. O gün 50 milyon hesaplarımıza yattı. Sonrası yine yok. Bizi hep "fabrika kapatılmak üzere, kriz var, kötü durumdayız" diye oyalıyorlardı. Sonra eylül ayında yönetim bizim bölümün genel müdürüne elemanlarını çıkarması emrini vermiş. Yani 97 kişiden 83 kişiyi çıkarmasını istemiş. genel müdürümüz Soner Bey kalifiye eleman yetiştirmenin zaten çok zor olduğunu, bunu yapamayacağını söylemesi üzerine ilk önce o işten çıkartıldı. Soner Bey'in yerine gelen yeni müdür bize sosyal haklarımızdan vazgeçip, asgari ücretten başlayarak işe devam etmemizi teklif etti. Biz bu teklifi kabul etmedik ve bir hafta içinde 83 arkadaş işsiz kaldık. Tabii ki diğer bölümlerde de aynı olaylar yaşandı. Fabrika ağustos ayı itibariyle işçileri izne göndermeye başladı ve 17 Ekim 2003 tarihi itabariyle de iş akitlerimize son verdi. İzinden döndüğümüzde de fabrikaya girmemize izin verilmedi. Fabrika bahçesinde sendika başkanı ve işverenin bize sunduğu "felaketnameyi" imzalamak zorunda kaldık. Ama Avukatımız Mete Üstüay'ın bize verdiği bilgiler doğrultusunda patronun verdiği evraklardan sadece işsizlik sigortası için verilen belgeleri imzaladık.
İlerici Gençlik: Bu süreçte sendika size nasıl yardımcı oldu?
D.Ç: Bizim sorunlarımızdan en önemlisi de budur zaten. Biz Türk-İş'e bağlı TEKSİF Sendikası'nda örgütlüyüz. Ama sendikamız en başından beri bizim tarafımızda değil, işveren tarafında olmuştur. Bizim öfkemiz yalnızca işverene değil, her zaman işverenin yanında olup, işvere ortak olan sendikaya da aynı zamanda. İşverene ortak diyorum, bu kelimenin gerçek anlamına da uygundur. Çünkü bizim fabrikanın yemekhane ve servislerinin işletmeciliğini TEKSİF Sendikası Şube Başkanı Necdet İnandıoğlu yapıyor. Anlayacağınız patronla birlikte ticaret yapıyor. Bu durumda da işçileri değil iş ortağını savunuyor. İşten çıkartmalar bile sendikanın isteği ile gerçekleştiriliyor. Sendika şube başkanı kendine yakın, kendini seçebilecek ve kendisinin işe aldırdığı işçileri fabrikada çalıştırıyor. Sendika taşeronlaştırmaya karşı olması gerekirken bizim fabrika da sendika başkanı taşeron. İşten çıkarılmayan işçilere ise asgari ücretle çalışma dayatılıyor. Yoksa işten atılmakla korkutuluyorlar. Yani TEKSİF her zaman patronla işbirliği içinde olup hiçbir zaman hakkımızı savunmamıştır. Üstelik biz hakkımızı aramak istediğimizde engel olup, bizi kandırma, oyalama yoluna gitmiştir.
İlerici Gençlik: Peki nasıl örgütlenebildiniz?
D.Ç: Biz işten atılan 83 kişi sessiz kalmayıp, hakkımızı almaya kararlıydık. Bu yönde de çalışmalarımıza başladık. İlk olarak arkadaşlarla parkta toplanıp neler yapabileceğimizi tartıştık. Bilgilenip, örgütlenmemiz gerekiyordu. Bu sırada avukatlarla da görüşmelerimiz devam ediyordu. Avukat Mete Üstüay bize çok yardımcı oldu. Eğitim-Sen Tarsus Şubesi binasında biraraya gelip toplantılar düzenledik Toplantıda kamuoyu oluşturmak için neler yapılabileceği tartışıldı. Eğitim-Sen'e gitmeden önce komitenin ne olduğunu dahi bilmiyorduk. Orada bizde düşünerek üretmeye başladık, dayanışmayı, karşılıklı sevgi ve saygıyı, paylaşmayı öğrendik. Özgüvenimiz geldi. Eylemlerimizi geliştirerek sürdürme kararı aldık. altı kasım günü Eğitim-Sen'de toplanıp otobüslerle fabrikanın önüne gittik. Fabrikanın önünde yaklaşık 100 işsiz oturma eylemi yapıp sloganlar attık. Amacımız çadır kurup oturmaktı ama gerekli izinleri almadığımız için o gün sadece "işimizi ve haklarımızı istiyoruz. Çukurova Tekstil'den atılan İşçiler" yazılı pankartımızı asabildik. Gerekli izinleri aldıktan sonra fabrika önünde kalma eylemimize başladık ve devam ediyoruz. Fabrikanın önünde sabahlıyoruz. Ateşler yakarak halay çekip, türküler söylüyoruz.
İlerici Gençlik: İstekleriniz, talepleriniz neler?
D.Ç: Bizler ihbar tazminatlarımızı, kıdem tazminatlarımızı ve içerideki maaşlarımızı almak istiyoruz. İşveren ise tazminatlarımızı 2004 ekim ayında üç taksitle vereceğini söylüyor. Bizler tazminatlarımızın hepsini en yakın zamanda istiyoruz. Bizler hakkımızı savunmayan, hep işverenin yanında olan sendika yönetimini yıkmak istiyoruz. Bizler işimizi istiyoruz. Bunun için de tüm şartları zorlayarak elimizden ne gelirse onu yapmaya kararlıyız. Fabrika önünde kalmaya başladıktan sonra ilk olarak ihbar tazminatlarımız yattı. Umuyorum ki diğer isteklerimize de kavuşacağız. Hukuki olarak da savaşımız devam ediyor. Bizi savunan dokuz avukat var.
İlerici Gençlik: Halkın tepkisi nasıl?
D.Ç: Fabrikanın E-5 karayolu üzerinde olması oradan gelip geçenlerin kornalarla, alkışlarla destek vermesi, bizlerin moralini yükseltiyor. Ama yakınlarımız o kadar umutsuz ki yaptıklarımızın boşuna olduğunu söyleyip, bize destek olacaklarına köstek oluyorlar. Hâla farkında değiller, şu an bizim yaşadıklarımızın bir gün -en yakın zamanda- kendi başlarına da gelebileceğini hiç düşünmüyorlar. Bizler yaşadıklarımızı, sorunlarımızı hazırladığımız bildirilerle onlara anlatıp bize destek olmalarını sağlamaya çalışıyoruz.
RÖPORTAJ: Nöber ÖZYÜREKOĞLU