Tarih: 10.02.2012 | Kategori:
Köşe Yazıları
Meselenin çekirdeği: "Emeğin Tevekkülü" - Pınar Öğünç
Pınar Öğünç'ün "Neo-liberal projeyi alternatifsiz olarak cebinde getiren AK Parti'nin dindar gençliğe, dindar-muhafazakâr burjuvazinin de 'emeğin tevekkülüne' ihtiyacı var." sözleriyle noktaladığı yazısını aşağıda paylaşıyoruz.
Türkiye 'dindar gençliği' tartışırken 'Konya Organize Sanayi Bölgesi'nde işçi-işveren ilişkileri ve din'. Bu kitap zihin açıyor.
Bir işçi... Fazla mesai yapıyor, ay başında maaşı eline sayılırken o fazladan saatlerin adı anılmıyor. Bir başkasının iki ay maaş almadığı vaki; "Patronun eli dardadır" diye idare ediyor. Bir diğeri, "Arkadaşım, patron kötü niyetliyse onun cezasını Allah verir zaten. İşinize bakın" diyor. Haramın, kul hakkı yememenin sigortasına, inanç giriyor işin içine. Allah kimini zenginlikle, kimini yoksullukla; kimini patronlukla, kimini işçilikle sınıyor. Buna inanıyor. Hazreti Eyüp sabrı diyor, "Orası bizim çilemiz" diyor.
Başbakan'ın dindar gençlik yetiştirme ülküsünü bu kez sarih bir cümle içinde kullanması tartışılırken iki ay evvel İletişim Yayınları'ndan çıkan 'Emeğin Tevekkülü' adlı kitabı okuyordum. Şu anda Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nde doktora öğrencisi ve araştırma görevlisi olan Yasin Durak, hayatının bir bölümü geçtiğinden, kültürel havasına, suyuna aşina olduğu Konya'da işçi-işveren ilişkilerini dindarlık üzerinden incelemiş bu kitapta. Konya Organize Sanayi Bölgesi'nde, farklı ölçeklerde KOBİ'lerin sahipleriyle ve işçilerle görüşmüş. Dindar-muhafazakârlığın işçiler üzerindeki manipülasyonlarına bakmış.
Sabır, sınav, şükür
'Emeğin Tevekkülü', 1970 sonrası kendini dünyanın o haline uyduran kapitalizmle, 1980 sonrası Türkiyesi'nin alternatif modernizm projesinin kesiştiği noktayı tahlil eden bir kitap. Şimdi eldeki 'dindar gençlik' ipini geri sarmaya başladığımızda yumağın diğer ucundaki Özal'ı hatırlatıyor Durak; Özal'ın 'bir elinde Kuran, bir elinde bilgisayar' olan gençlik tahayyülünü...
'Yeşil sermaye', 'Anadolu kaplanları' daha evvel farklı akademik çalışmaların konusu oldu. 'Emeğin Tevekkülü', teşvik edilen KOBİ modeli üzerine yoğunlaşmasıyla önemli, emek ilişkilerinde dinin kültürel hegemonyasına bakması açısından zihin açıcı. İşçilerle işyeri dışında, işveren gözetimi altında olmadan yapılan görüşmeler çok çarpıcı.
Nedir bu kültürel hegemonya, neye yol açıyor? Öncelikle işçide işverenle kader birliği kurduğu tahayyülüne neden oluyor. İşveren hayatta 'kazanç peşinde' koşmasını çoğunlukla dini, milli temellere oturtuyor. İşçi açısından da her tür eşitsiz ilişki din ortak paydasında meşrulaşıyor, hatta gönüllü olarak örtbas ediliyor. Sonuçta Allah kimini patronlukla, kimini işçilikle sınıyor işte. Sabır, sınav, şükür, tevekkül, kader... İlişki bunlar üzerinden şekilleniyor.
Sendikanın sadece madenciler için olduğunu sanan var. Zaten işçi örgütlenmelerine dair fikir sorulduğunda, ekseriyetle 'Önüme bakar, işimi yaparım'la özetlenebilecek karşılıklar alınmış. Görüşmelere zamansal olarak denk gelen Tekel işçilerinin direnişini, içinden PKK, 'yan gelip yatmalar' geçen cümlelerle açıklıyorlar. Kamu iktisadi teşekküllerinde 'yan gelip yatan' işçilere dair büyük bir uzlaşma söz konusu. Haliyle özelleştirme, haksız kazanç sağladığını düşündükleri o işçileri temizlediği için faydalı. Böyle düşünüyorlar, bu kadar öfkeliler.
Namaz izninde sigara
Bu hegemonyanın çatladığı noktalar da dinle emek işlerinin karışmasından çıkıyor aslında. İşe alımlarda Konyalılıktan İslam paydasına uzanan iltimas noktalarının suiistimale dönüşünden şikâyet eden işverenler var. Namaz izni vermeyen işverenden şikâyetçi işçi, namaz izninin sigara molası olarak kullanılmasından şikâyetçi patron...
Peki, İslam üzerinden bir 'sınıf bilinci' oluşabilir mi? Durak, geçen ay Mesele dergisine verdiği söyleşide Ali Şeriati'nin, Roger Garaudy'nin, Mahmud Taha'nın, bugün İhsan Eliaçık'ın adını anıyor. Ama dikey dayatmalara karşı da bir uyarıda bulunuyor. Kısa kesmek mecburiyetinde kaldığım uzun bir tartışma...
Şurası kesin: Neo-liberal projeyi alternatifsiz olarak cebinde getiren AK Parti'nin dindar gençliğe, dindar-muhafazakâr burjuvazinin de 'emeğin tevekkülüne' ihtiyacı var.
Pınar Öğünç - Radikal Gazetesi - 10.02.2012
Türkiye 'dindar gençliği' tartışırken 'Konya Organize Sanayi Bölgesi'nde işçi-işveren ilişkileri ve din'. Bu kitap zihin açıyor.
Bir işçi... Fazla mesai yapıyor, ay başında maaşı eline sayılırken o fazladan saatlerin adı anılmıyor. Bir başkasının iki ay maaş almadığı vaki; "Patronun eli dardadır" diye idare ediyor. Bir diğeri, "Arkadaşım, patron kötü niyetliyse onun cezasını Allah verir zaten. İşinize bakın" diyor. Haramın, kul hakkı yememenin sigortasına, inanç giriyor işin içine. Allah kimini zenginlikle, kimini yoksullukla; kimini patronlukla, kimini işçilikle sınıyor. Buna inanıyor. Hazreti Eyüp sabrı diyor, "Orası bizim çilemiz" diyor.
Başbakan'ın dindar gençlik yetiştirme ülküsünü bu kez sarih bir cümle içinde kullanması tartışılırken iki ay evvel İletişim Yayınları'ndan çıkan 'Emeğin Tevekkülü' adlı kitabı okuyordum. Şu anda Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nde doktora öğrencisi ve araştırma görevlisi olan Yasin Durak, hayatının bir bölümü geçtiğinden, kültürel havasına, suyuna aşina olduğu Konya'da işçi-işveren ilişkilerini dindarlık üzerinden incelemiş bu kitapta. Konya Organize Sanayi Bölgesi'nde, farklı ölçeklerde KOBİ'lerin sahipleriyle ve işçilerle görüşmüş. Dindar-muhafazakârlığın işçiler üzerindeki manipülasyonlarına bakmış.
Sabır, sınav, şükür
'Emeğin Tevekkülü', 1970 sonrası kendini dünyanın o haline uyduran kapitalizmle, 1980 sonrası Türkiyesi'nin alternatif modernizm projesinin kesiştiği noktayı tahlil eden bir kitap. Şimdi eldeki 'dindar gençlik' ipini geri sarmaya başladığımızda yumağın diğer ucundaki Özal'ı hatırlatıyor Durak; Özal'ın 'bir elinde Kuran, bir elinde bilgisayar' olan gençlik tahayyülünü...
'Yeşil sermaye', 'Anadolu kaplanları' daha evvel farklı akademik çalışmaların konusu oldu. 'Emeğin Tevekkülü', teşvik edilen KOBİ modeli üzerine yoğunlaşmasıyla önemli, emek ilişkilerinde dinin kültürel hegemonyasına bakması açısından zihin açıcı. İşçilerle işyeri dışında, işveren gözetimi altında olmadan yapılan görüşmeler çok çarpıcı.
Nedir bu kültürel hegemonya, neye yol açıyor? Öncelikle işçide işverenle kader birliği kurduğu tahayyülüne neden oluyor. İşveren hayatta 'kazanç peşinde' koşmasını çoğunlukla dini, milli temellere oturtuyor. İşçi açısından da her tür eşitsiz ilişki din ortak paydasında meşrulaşıyor, hatta gönüllü olarak örtbas ediliyor. Sonuçta Allah kimini patronlukla, kimini işçilikle sınıyor işte. Sabır, sınav, şükür, tevekkül, kader... İlişki bunlar üzerinden şekilleniyor.
Sendikanın sadece madenciler için olduğunu sanan var. Zaten işçi örgütlenmelerine dair fikir sorulduğunda, ekseriyetle 'Önüme bakar, işimi yaparım'la özetlenebilecek karşılıklar alınmış. Görüşmelere zamansal olarak denk gelen Tekel işçilerinin direnişini, içinden PKK, 'yan gelip yatmalar' geçen cümlelerle açıklıyorlar. Kamu iktisadi teşekküllerinde 'yan gelip yatan' işçilere dair büyük bir uzlaşma söz konusu. Haliyle özelleştirme, haksız kazanç sağladığını düşündükleri o işçileri temizlediği için faydalı. Böyle düşünüyorlar, bu kadar öfkeliler.
Namaz izninde sigara
Bu hegemonyanın çatladığı noktalar da dinle emek işlerinin karışmasından çıkıyor aslında. İşe alımlarda Konyalılıktan İslam paydasına uzanan iltimas noktalarının suiistimale dönüşünden şikâyet eden işverenler var. Namaz izni vermeyen işverenden şikâyetçi işçi, namaz izninin sigara molası olarak kullanılmasından şikâyetçi patron...
Peki, İslam üzerinden bir 'sınıf bilinci' oluşabilir mi? Durak, geçen ay Mesele dergisine verdiği söyleşide Ali Şeriati'nin, Roger Garaudy'nin, Mahmud Taha'nın, bugün İhsan Eliaçık'ın adını anıyor. Ama dikey dayatmalara karşı da bir uyarıda bulunuyor. Kısa kesmek mecburiyetinde kaldığım uzun bir tartışma...
Şurası kesin: Neo-liberal projeyi alternatifsiz olarak cebinde getiren AK Parti'nin dindar gençliğe, dindar-muhafazakâr burjuvazinin de 'emeğin tevekkülüne' ihtiyacı var.
Pınar Öğünç - Radikal Gazetesi - 10.02.2012