Tarih: Ekim 2003 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:6
AB kime düş kime kâbus AVRUPA BİRLİĞİ VE DIŞINDAKİLER

Avrupa Birliği, bugün kimilerince yaşlı Avrupa olarak değerlendirilen kısmıyla,
başlarda kendi aralarında dış ticareti geliştirecek bir takım önlemler dahilinde
temeli atılmış, daha sonraları ise bir dizi anlaşmanın da kabul edilmesiyle
ekonomik bir topluluk haline gelmiştir. Daha sonra topluluk, ekonomik ilişkileri
daha da ileri götürebilmek için siyasi, bir takım köklü değişikliklerle "birlik"
halini almıştır. Servetlerini üçüncü dünya ülkelerinin sırtlarından edinmiş
eskinin eli silahlı güçleri şimdi ise gelişimlerini her açıdan en üst düzeye
taşımış, örnek alınan ve başkalarınca da sürekli olarak ekonomik ve dolayısıyla
siyasi ilişkiler kurulmak istenen eli paralı güçler haline gelmiş durumdalar.
Demokrasinin değil sermayenin bekçisi
Çelişkilerin büyük oranda çözüldüğü, yenilerinin ise Avrupa dışındaki topraklarda çözülmeye çalışıldığı, demokrasinin halkların uzun yıllar süren mücadeleleri sonucunda geliştiği bir kıta olan Avrupa, bütün bu olumlu ve geçmişin kirlerinden arınmış görüntüsüne rağmen aslında kendi gücünün ve kaynaklarının çok ötesindeki bu zenginliğini nerelerden karşıladığını zaman zaman açık ediyor. Demokrasinin en ileri düzeyde yaşandığı, insan haklarının en iyi şekilde korunduğu söylenen İsveç'in ve Belçika'nın Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra en büyük silah ihracatını gerçekleştiriyor olması buna en büyük örnektir. Kısacası Avrupa'nın insan hakları ve demokrasi kazanımları yalnızca kendi vatandaşlarını ilgilendirmektedir. Avrupa Birliği dışındaki, insan hakları ve demokrasi düzeyleriyle ilgilenilen ülkelerin ya ekonomik ya da siyasi bir takım anlaşmaların yapılacağı ülkeler olması dikkat çekici. Yani Avrupa Birliğinin bu tutumu bir taşla iki kuş vurmaya benziyor. Kredi verilecek, ya da ekonomik ve siyasi bir takım anlaşmaların yapılacağı ülkeler, anlaşmanın yapılacağı konular üzerinde Avrupa Birliği'nin çıkarlarını korumak ve arttırmak için; kısacası şartların AB lehine daha fazla çevirebilmesi için o ülkelerdeki demokrasi ve insan haklarıyla ilgili kimi çekinceler öne sürülür. Böylelikle hem kazanımlar tek taraflı olarak arttırılmış hem de dünya kamuoyu önünde Avrupa Birliğinin bu tür konularda "ne kadar hassas" olduğu bir kez daha gösterilmiş olur. Ama gerçekte durum böyle değildir. Yani kimi ülkelerin kendi insanlarına yaptıkları türlü işkenceler aslında hiçbir Avrupa Birliği hükümetinin umurunda değildir.
Gerçi Avrupalıların yaşantıları ayrıntıyla irdelenecek olursa dışarıdan çok güzel görünen hayatlarının aslında vatandaşların geneline verilmiş bir "sus payından" ibaret olduğu da gayet çarpıcı biçimde görülebilir. Atalarının sosyal kazanımlarının üzerinde oturan bugünün Avrupalıları'nın sistemi gerçekten zorlayıcı bir takım faaliyetlere kalkıştıklarında ne kadar sert, ne kadar demokrasiden ve insan haklarından uzak müdahalelerle karşılaştıklarını defalarca gördük. İtalya'da küreselleşme karşıtı gösterilerde öldürülen genç bunun en yakın ve en somut örneğidir. Bugün Avrupa Birliği, refah devleti politikalarının terk edildiği, kıyasıya rekabet temeline dayanan, küreselleşmiş ve vahşi kapitalizmin çok daha belirleyici olduğu bir döneme girmiştir. Sovyetler Birliği'nin ardından sosyal yatırımlar hızla suyunu çekmiştir. Ekonomisindeki küçülmenin ve giderek artan işsizliğin nasıl çözüleceği hala büyük bir sorundur. Birliğin doğusuyla batısı arasında ekonomik açıdan büyük bir heterojenlik söz konusudur. Ekonomik ve askeri ağırlık merkezi her geçen gün batıya kaymaktadır. AB özellikle Avrasya'da ve kısmen Ortadoğu'da yayılmacı bir politika izlemektedir.
Avrupa ne kadar birlik?
"Birlik" sözcüğüne karşın, AB ülkelerinin, topluluk içi çelişkileri bütünüyle çözerek ve mevcut eşitsizlikleri aşarak gerçek anlamda bir ekonomik ve siyasal birlik oluşturmaları, ortak bir Avrupalı kimliğinde buluşmaları olasılığı yok denecek kadar azdır. Bu bağlamda Avrupa Birliği, kendi içinde ülkeler bazında sınıflara ayrışmıştır. Böyle bir toplulukta, gelişmiş ülkelerin sermayesi, topluluğun ikinci ve hatta üçüncü sınıf ülkelerini emek gücü ve doğal kaynaklar açısından sınırsız biçimde sömürecek, ayrıca gerekli gördüğü durumlarda bu ülkelerin emekçilerini askeri güç olarak ateş hattına sürecektir. Bugün Avrupa Birliği'nin gerçek ülkelerinde egemen olan, deregülasyoncu ve serbest piyasacı ideoloji kendini Türkiye gibi ülkelere daha fazla dayatacaktır. Bu nedenle kapıda bekletilen ülkeleri birliğe kabul edilmiş olan geri ülkelere uygulanandan daha fazla sömürü ve iç işlere müdahale beklemektedir. Başta da belirttiğimiz gibi adaylık, aday adaylığı gibi süreçlerde talep edilen demokrasi ve insan haklarıyla ilgili unsurlar kimseyi yanıltmamalı.
Sonuç olarak tüm vatandaşlarımız Türkiye'nin Avrupa Birliği içinde yada dışında üçüncü sınıf bir sömürü aracı olmaması gerektiğinin bilincine varmalıdırlar. Bugün hiçbir ülke, kapitalist iktidar ağı içerisinde yer alıp da, geçmişte batılı ülkelerin yaptıklarını, yani en açık ifadesiyle: sömürüyü, en yoğun şekilde gerçekleştirmedikçe onlar kadar zengin olamayacaktır. Dolayısıyla AB'ye üye olmanın halk adına sağlayacağı iddia edilen kazançlarının birer hayalden ibaret olduğu açıktır.
Özgür ATAK
Demokrasinin değil sermayenin bekçisi
Çelişkilerin büyük oranda çözüldüğü, yenilerinin ise Avrupa dışındaki topraklarda çözülmeye çalışıldığı, demokrasinin halkların uzun yıllar süren mücadeleleri sonucunda geliştiği bir kıta olan Avrupa, bütün bu olumlu ve geçmişin kirlerinden arınmış görüntüsüne rağmen aslında kendi gücünün ve kaynaklarının çok ötesindeki bu zenginliğini nerelerden karşıladığını zaman zaman açık ediyor. Demokrasinin en ileri düzeyde yaşandığı, insan haklarının en iyi şekilde korunduğu söylenen İsveç'in ve Belçika'nın Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra en büyük silah ihracatını gerçekleştiriyor olması buna en büyük örnektir. Kısacası Avrupa'nın insan hakları ve demokrasi kazanımları yalnızca kendi vatandaşlarını ilgilendirmektedir. Avrupa Birliği dışındaki, insan hakları ve demokrasi düzeyleriyle ilgilenilen ülkelerin ya ekonomik ya da siyasi bir takım anlaşmaların yapılacağı ülkeler olması dikkat çekici. Yani Avrupa Birliğinin bu tutumu bir taşla iki kuş vurmaya benziyor. Kredi verilecek, ya da ekonomik ve siyasi bir takım anlaşmaların yapılacağı ülkeler, anlaşmanın yapılacağı konular üzerinde Avrupa Birliği'nin çıkarlarını korumak ve arttırmak için; kısacası şartların AB lehine daha fazla çevirebilmesi için o ülkelerdeki demokrasi ve insan haklarıyla ilgili kimi çekinceler öne sürülür. Böylelikle hem kazanımlar tek taraflı olarak arttırılmış hem de dünya kamuoyu önünde Avrupa Birliğinin bu tür konularda "ne kadar hassas" olduğu bir kez daha gösterilmiş olur. Ama gerçekte durum böyle değildir. Yani kimi ülkelerin kendi insanlarına yaptıkları türlü işkenceler aslında hiçbir Avrupa Birliği hükümetinin umurunda değildir.
Gerçi Avrupalıların yaşantıları ayrıntıyla irdelenecek olursa dışarıdan çok güzel görünen hayatlarının aslında vatandaşların geneline verilmiş bir "sus payından" ibaret olduğu da gayet çarpıcı biçimde görülebilir. Atalarının sosyal kazanımlarının üzerinde oturan bugünün Avrupalıları'nın sistemi gerçekten zorlayıcı bir takım faaliyetlere kalkıştıklarında ne kadar sert, ne kadar demokrasiden ve insan haklarından uzak müdahalelerle karşılaştıklarını defalarca gördük. İtalya'da küreselleşme karşıtı gösterilerde öldürülen genç bunun en yakın ve en somut örneğidir. Bugün Avrupa Birliği, refah devleti politikalarının terk edildiği, kıyasıya rekabet temeline dayanan, küreselleşmiş ve vahşi kapitalizmin çok daha belirleyici olduğu bir döneme girmiştir. Sovyetler Birliği'nin ardından sosyal yatırımlar hızla suyunu çekmiştir. Ekonomisindeki küçülmenin ve giderek artan işsizliğin nasıl çözüleceği hala büyük bir sorundur. Birliğin doğusuyla batısı arasında ekonomik açıdan büyük bir heterojenlik söz konusudur. Ekonomik ve askeri ağırlık merkezi her geçen gün batıya kaymaktadır. AB özellikle Avrasya'da ve kısmen Ortadoğu'da yayılmacı bir politika izlemektedir.
Avrupa ne kadar birlik?
"Birlik" sözcüğüne karşın, AB ülkelerinin, topluluk içi çelişkileri bütünüyle çözerek ve mevcut eşitsizlikleri aşarak gerçek anlamda bir ekonomik ve siyasal birlik oluşturmaları, ortak bir Avrupalı kimliğinde buluşmaları olasılığı yok denecek kadar azdır. Bu bağlamda Avrupa Birliği, kendi içinde ülkeler bazında sınıflara ayrışmıştır. Böyle bir toplulukta, gelişmiş ülkelerin sermayesi, topluluğun ikinci ve hatta üçüncü sınıf ülkelerini emek gücü ve doğal kaynaklar açısından sınırsız biçimde sömürecek, ayrıca gerekli gördüğü durumlarda bu ülkelerin emekçilerini askeri güç olarak ateş hattına sürecektir. Bugün Avrupa Birliği'nin gerçek ülkelerinde egemen olan, deregülasyoncu ve serbest piyasacı ideoloji kendini Türkiye gibi ülkelere daha fazla dayatacaktır. Bu nedenle kapıda bekletilen ülkeleri birliğe kabul edilmiş olan geri ülkelere uygulanandan daha fazla sömürü ve iç işlere müdahale beklemektedir. Başta da belirttiğimiz gibi adaylık, aday adaylığı gibi süreçlerde talep edilen demokrasi ve insan haklarıyla ilgili unsurlar kimseyi yanıltmamalı.
Sonuç olarak tüm vatandaşlarımız Türkiye'nin Avrupa Birliği içinde yada dışında üçüncü sınıf bir sömürü aracı olmaması gerektiğinin bilincine varmalıdırlar. Bugün hiçbir ülke, kapitalist iktidar ağı içerisinde yer alıp da, geçmişte batılı ülkelerin yaptıklarını, yani en açık ifadesiyle: sömürüyü, en yoğun şekilde gerçekleştirmedikçe onlar kadar zengin olamayacaktır. Dolayısıyla AB'ye üye olmanın halk adına sağlayacağı iddia edilen kazançlarının birer hayalden ibaret olduğu açıktır.
Özgür ATAK