Tarih: Şubat 2003 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:4
SAVAŞA DOĞRU
“BM uzmanlarından oluşan ilk ekip 4 yıllık bir aradan sonra kimyasal, biyolojik ve nükleer silahların araştırılması için 25 Kasımda Irak’a gitti.
IAEA sözcüsü bayan Melissa Fleming yaptığı açıklamada: “Biz her şeyin bu defa iyi gitmesi için buradayız ve Irak için ne gerekiyorsa onu yapacağız. Burada Irak Hükümeti tarafından izleneceğimizin farkındayız, ben aynı zamanda Iraklıları’nda bütün dünyanın (Irak’ı ve bizi) izlediğinin farkında olduklarını düşünüyorum” dedi.
Diğer taraftan IAEA başkanı Mohammed El-Baradei yaptığı açıklamada bütün dünyada varolan izlenim doğrultusunda Amerika burada savaş çıkarabilmek için silah denetçilerinin görevlerini yerine getirememesini istemektedir bu yüzden Irak’ın kendilerine yardımcı olması gerektiği konusunda uyardığını belirtti.
Mohammed El-Baradei, Mısır devlet başkanı Hüsnü Mübarek ile yaptığı ikili görüşme sonrasında muhabirlere yaptığı açıklamada “savaşın eli kulağında ve kaçınılmaz bir şey olduğuna inanmıyorum. Savaş Irak’taki uzmanların işbirliği ile önlenebilir. Bu bağlamda silah denetçilerinden oluşan Irak’taki uzmanlar, savaşın önüne geçilebilmesi için Irak’ın elinde olan tek şanstır. Eğer Irak yapılacak denetlemenin başarılı bir şekilde sonuçlanmasını garanti etmezse bunun yalnızca kendisi için değil bütün bölge için ciddi sonuçlar doğuracağının farkında olmalıdır.” Dedi.”
Yukarıdaki makale, İngiliz The Guardian gazetesinin 26 Kasım 2002 tarihinde yayımladığı bir metinden alıntı. Bu makalenin içeriğinden çıkarılacak sonuç ABD’nin bölgede yeni bir emperyalist savaş çıkararak bölge haritasını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışmakta olduğundan başka bir şey değildir.
ABD işgalci, müdahaleci ve saldırgan politikalarını 20.yy.’ın başından bu yana dünyanın değişik coğrafyalarında uygulamakta.
Amerika’nın bu saldırgan politikalarına sahne olan bölgelerinden bir tanesi de eski çağlardan beri üzerinde insanlığın büyük uygarlıklar kurduğu ve haklının haksıza, sömürülenin sömürene karşı olan mücadelesinin hiç bitmediği ve bu mücadeleyi yaratan çelişkini ortadan kaldırılmadığı sürece varolacağı Orta Doğu coğrafyasıdır. Özellikle Ulusal Kurtuluş savaşları, kolonyalizmin sonu, azgelişmiş ülkelerdeki sosyalist devrimler; bu güne gelene kadar Orta Doğunun siyasi, iktisadi ve toplumsal olaylarını ifade eden kavramlar olmuştur.
1990’larla birlikte insanlığın geleceğinin sermayenin insafına terk edilmesi ile 70 yıldır Amerikan emperyalizminin dizginlenmesinde kullanılan gem de ortadan kalkıyordu. Sovyetler Birliği’nin yıkılması emperyalizmin artık dünya coğrafyası üzerinde hiçbir engel olmadan at koşturmasına zemin hazırlamıştı. İşte böyle bir uluslar arası ortamda ABD kendisinin kuracağı, uygulayacağı ve dünya dengelerinin yeniden yaratılması anlamına gelen yeni dünya düzenini Bush önderliğinde ilan ediyordu. Artık bütün uluslar arası örgütler de ya ABD merkezli yada Amerikanlaştırılmış olduğuna göre ABD’nin dünyanın herhangi bir bölgesine karşı girişeceği müdahalelere hiçbir itiraz olmayacaktı. İşte ABD ocak 1991’de Irak’a saldırdığında dünya böyle bir uluslar arası ortam içerisinde bulunuyordu.
ABD’nin dümen suyundan çıkmayan ve misyonu bu emperyal gücün kendi çıkarları doğrultusunda herhangi bir devlete müdahalesini uluslar arası ortamda meşrulaştırmak olan Birleşmiş Milletler adlı Amerikanlaştırılmış kukla kurum ise Irak sorunu ekseninde hiçbir şyekilde Anti-Amerikan bir tutum sergilememiştir.
1991 tarihli Amerika liderliğindeki müdahaleye baktığımızda ise; Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi sonucu bölgedeki güç dengesini belirleyen emperyal odakların ve onladır yerli işbirlikçilerinin çıkarlarında somutlaşan çatışma olduğunu görebiliriz.
Amerika’nın yaptığı bu müdahalelerin arkasında kendi kontrolü dışında meydana gelecek bir olayın sadece bu bölgeyi değil kurulu sistemi bütünsel olarak etkileyeceği korkusudur. Orta Doğunun bir diğer özelliği ise büyük petrol rezervlerine sahip olmasıdır.
Irak’ın Kuveyt’e girmesi sonucu oluşan yeni durum Amerikanın ve diğer emperyal güçlerin bölgedeki petrol kaynaklarına ulaşamamaları yanında Orta Doğu petrollerinin batı pazarına aktarılmasında kullanılan ulaşım yollarını da tehdit ediyordu.
Bütün bu nedenlerden dolayı Amerika müttefikleri ile birlikte 1990 başında bölgeye askeri yığınak yapmaya başladı. Aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi de Irak’ın Kuveyt’ten 15 Ocak 1991’e kadar çekilmemesi halinde Irak’a müdahale edeceği yönünde göstermelik bir karar aldı. Bu kararın arkasından ABD 17 Ocak 1991’de Suudi Arabistan başta olmak üzere çeşitli işbirlikçi Arap devletlerini kuyruğuna takıp;NATO korumasını da arkasına alarak Irak harekatını başlatmış oldu. Saldırı şiddetli bir bombardımanla başladı. 23 Şubat’ta ise asıl saldırı planı devreye sokuldu. ABD komutasındaki müttefiklerin kara gücü Irak’ta içinde çocuk, kadın ve yaşlıların da bulunduğu binlerce sivili katletti.
ABD, kirli amaçları doğrultusunda çıkardığı Körfez Savaşının 12. yıldönümünde, Irak’a tekrara ve sor defa saldırmayı planlıyor. Amacı bu bölgenin de yaratmaya çalıştığı baskıcı, müdahaleci ve sömürgeci emperyal gücüne eklemlenmesi. Böyle bir müdahalenin sadece Irak’a değil bütün bölge halklarına daha fazla açlık, yoksulluk, sefalet ve acı getireceği ise kesin.
IAEA sözcüsü bayan Melissa Fleming yaptığı açıklamada: “Biz her şeyin bu defa iyi gitmesi için buradayız ve Irak için ne gerekiyorsa onu yapacağız. Burada Irak Hükümeti tarafından izleneceğimizin farkındayız, ben aynı zamanda Iraklıları’nda bütün dünyanın (Irak’ı ve bizi) izlediğinin farkında olduklarını düşünüyorum” dedi.
Diğer taraftan IAEA başkanı Mohammed El-Baradei yaptığı açıklamada bütün dünyada varolan izlenim doğrultusunda Amerika burada savaş çıkarabilmek için silah denetçilerinin görevlerini yerine getirememesini istemektedir bu yüzden Irak’ın kendilerine yardımcı olması gerektiği konusunda uyardığını belirtti.
Mohammed El-Baradei, Mısır devlet başkanı Hüsnü Mübarek ile yaptığı ikili görüşme sonrasında muhabirlere yaptığı açıklamada “savaşın eli kulağında ve kaçınılmaz bir şey olduğuna inanmıyorum. Savaş Irak’taki uzmanların işbirliği ile önlenebilir. Bu bağlamda silah denetçilerinden oluşan Irak’taki uzmanlar, savaşın önüne geçilebilmesi için Irak’ın elinde olan tek şanstır. Eğer Irak yapılacak denetlemenin başarılı bir şekilde sonuçlanmasını garanti etmezse bunun yalnızca kendisi için değil bütün bölge için ciddi sonuçlar doğuracağının farkında olmalıdır.” Dedi.”
Yukarıdaki makale, İngiliz The Guardian gazetesinin 26 Kasım 2002 tarihinde yayımladığı bir metinden alıntı. Bu makalenin içeriğinden çıkarılacak sonuç ABD’nin bölgede yeni bir emperyalist savaş çıkararak bölge haritasını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışmakta olduğundan başka bir şey değildir.
ABD işgalci, müdahaleci ve saldırgan politikalarını 20.yy.’ın başından bu yana dünyanın değişik coğrafyalarında uygulamakta.
Amerika’nın bu saldırgan politikalarına sahne olan bölgelerinden bir tanesi de eski çağlardan beri üzerinde insanlığın büyük uygarlıklar kurduğu ve haklının haksıza, sömürülenin sömürene karşı olan mücadelesinin hiç bitmediği ve bu mücadeleyi yaratan çelişkini ortadan kaldırılmadığı sürece varolacağı Orta Doğu coğrafyasıdır. Özellikle Ulusal Kurtuluş savaşları, kolonyalizmin sonu, azgelişmiş ülkelerdeki sosyalist devrimler; bu güne gelene kadar Orta Doğunun siyasi, iktisadi ve toplumsal olaylarını ifade eden kavramlar olmuştur.
1990’larla birlikte insanlığın geleceğinin sermayenin insafına terk edilmesi ile 70 yıldır Amerikan emperyalizminin dizginlenmesinde kullanılan gem de ortadan kalkıyordu. Sovyetler Birliği’nin yıkılması emperyalizmin artık dünya coğrafyası üzerinde hiçbir engel olmadan at koşturmasına zemin hazırlamıştı. İşte böyle bir uluslar arası ortamda ABD kendisinin kuracağı, uygulayacağı ve dünya dengelerinin yeniden yaratılması anlamına gelen yeni dünya düzenini Bush önderliğinde ilan ediyordu. Artık bütün uluslar arası örgütler de ya ABD merkezli yada Amerikanlaştırılmış olduğuna göre ABD’nin dünyanın herhangi bir bölgesine karşı girişeceği müdahalelere hiçbir itiraz olmayacaktı. İşte ABD ocak 1991’de Irak’a saldırdığında dünya böyle bir uluslar arası ortam içerisinde bulunuyordu.
ABD’nin dümen suyundan çıkmayan ve misyonu bu emperyal gücün kendi çıkarları doğrultusunda herhangi bir devlete müdahalesini uluslar arası ortamda meşrulaştırmak olan Birleşmiş Milletler adlı Amerikanlaştırılmış kukla kurum ise Irak sorunu ekseninde hiçbir şyekilde Anti-Amerikan bir tutum sergilememiştir.
1991 tarihli Amerika liderliğindeki müdahaleye baktığımızda ise; Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi sonucu bölgedeki güç dengesini belirleyen emperyal odakların ve onladır yerli işbirlikçilerinin çıkarlarında somutlaşan çatışma olduğunu görebiliriz.
Amerika’nın yaptığı bu müdahalelerin arkasında kendi kontrolü dışında meydana gelecek bir olayın sadece bu bölgeyi değil kurulu sistemi bütünsel olarak etkileyeceği korkusudur. Orta Doğunun bir diğer özelliği ise büyük petrol rezervlerine sahip olmasıdır.
Irak’ın Kuveyt’e girmesi sonucu oluşan yeni durum Amerikanın ve diğer emperyal güçlerin bölgedeki petrol kaynaklarına ulaşamamaları yanında Orta Doğu petrollerinin batı pazarına aktarılmasında kullanılan ulaşım yollarını da tehdit ediyordu.
Bütün bu nedenlerden dolayı Amerika müttefikleri ile birlikte 1990 başında bölgeye askeri yığınak yapmaya başladı. Aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi de Irak’ın Kuveyt’ten 15 Ocak 1991’e kadar çekilmemesi halinde Irak’a müdahale edeceği yönünde göstermelik bir karar aldı. Bu kararın arkasından ABD 17 Ocak 1991’de Suudi Arabistan başta olmak üzere çeşitli işbirlikçi Arap devletlerini kuyruğuna takıp;NATO korumasını da arkasına alarak Irak harekatını başlatmış oldu. Saldırı şiddetli bir bombardımanla başladı. 23 Şubat’ta ise asıl saldırı planı devreye sokuldu. ABD komutasındaki müttefiklerin kara gücü Irak’ta içinde çocuk, kadın ve yaşlıların da bulunduğu binlerce sivili katletti.
ABD, kirli amaçları doğrultusunda çıkardığı Körfez Savaşının 12. yıldönümünde, Irak’a tekrara ve sor defa saldırmayı planlıyor. Amacı bu bölgenin de yaratmaya çalıştığı baskıcı, müdahaleci ve sömürgeci emperyal gücüne eklemlenmesi. Böyle bir müdahalenin sadece Irak’a değil bütün bölge halklarına daha fazla açlık, yoksulluk, sefalet ve acı getireceği ise kesin.