Tarih: Eylül - Ekim 2006 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:12
Lübnan'da düşene dövüşene bin selam!
EMPERYALİST KATİLLERİ ORTADOĞU'DAN KOVACAĞIZ!
Ortadoğu'da düğümlenen emperyalist krizin yeni bir aşamaya girmesini izledik, geçtiğimiz Temmuz ayı itibariyle. Siyonist İsrail Devleti, kaçırılan iki askerini bahane ederek, Lübnan'ı işgale kalkıştı. Lübnan işgalinde hemen önce ise Filistin'de de güya bir başka asker kaçırma olayını bahane ederek günler süren bir operasyon yürütmüş, Filistin kabinesinden bakanları kaçırmış ve sonuç olarak Filistin'e büyük bir yıkım yaşatmıştı.
Bu kana doymayan katil sürüleri Lübnan'da karşılaştıkları, aslına bakılırsa hiç beklemedikleri kadar büyük ve kapsamlı, direniş ile birlikte bütün bir ülkeyi yıkmayı hedefleyen bombardımanlar yaptılar ve 1000'lerce sivili öldürdüler. Lübnan'ın her türlü altyapısını (köprüler, hastaneler, elektrik ve su şebekeleri vs) yok etmeye yöneldiler. Yürüttükleri bu yıkım kampanyası boyunca da dünya kamuoyunu savaşın başlaması ve gelişmesi ile ilgili olarak sürekli bir yanıltma faaliyetine girdiler.
İsrail'in ve emperyalistlerin yalanları
Yukarıda da dediğimiz gibi İsrail Filistin'deki saldırıları başlatırken ve bu saldırıları Lübnan'ı işgal harekatı olarak geliştirirken kaçırılan askerlerini bahane etmişti. Dünya kamuoyunun önemli bir kısmını ve tabii ki ülkemizin kamuoyunun önemli bir kısmını da bu yalanla geçici bir süre de olsa etkilemeyi başardı.
Tek gıdası insan kanı olan gazeteler ve onların cani köşe yazarları İsrail'e alkış tuttular. İsrail'in kendini savunmak için savaşa giriştiğini, bu davranışın Türkiye'ye örnek olması gerektiğini ve Türkiye'nin bu örnekten hareketle derhal Kuzey Irak'a girerek Kandil Dağı'na operasyon yapması gerektiği propaganda edilmeye başladı.
Yapılan İsrail yanlısı propagandalarla Türkiye halklarını enkaz altından çıkan insanları gördükçe İsrail'i alkışlayacak hale getirmeye çalıştılar. Ama enkaz altından çıkan on günlük bebek cesetleri için kimsenin İsrail'i alkışlamaya niyeti yoktu. Ayrıca direniş de beklenenden çok daha sert ve başarılı bir şekilde işgal harekatına karşı koymaya başlamıştı. Bu durumda insanlarımız artık gerçeklere daha fazla itibar eder olmuştu. Bizim kanla beslenen medyada ise İsrail propagandaları daha alçak sesle, daha kurnazca yapılmaya başladı ve hâlâ sürüyor.
Savaşı İsrail çıkardı
İsrail'in böyle kapsamlı bir saldırıya girmek için kaçırılan askerlerini bahane ettiği aslında açık. Çünkü daha önceleri de böylesi karşılıklı asker kaçırma ve esir değişim olayları gerçekleştirilebilmiş ve bu durumlar hiç de bu kadar kapsamlı bir saldırının bahanesi olarak kullanılmamıştı.
Bu son asker kaçırma olayları incelendiğinde İsrail'in asker kaçırma olayından önce Filistin'e yönelik şiddet baskısını bilinçli bir şekilde tırmandırmaya başladığı görüyoruz. Ayrıca kendisinin elindeki savaş esirleri yetmezmiş gibi iki Filistinli bilim adamını kaçırdığı da bilinmektedir. Filistinli bir örgütte bu gelişmeler karşısında misilleme olarak iki İsrail askerini kaçırmış ve esir değişimi koşuluyla bırakacağını duyurmuştu. Yani İsrail, Filistinlileri bu adımı atmaya zorlamış ve hemen ardından da Filistin'e yönelik toptan yıkım kampanyasını başlatmıştı.
İsrail'in Filistin'e yönelik saldırılarına sessiz kalmayan Hizbullah da iki asker kaçırarak siyonistleri esir değişimine zorlamak, ve belki Filistin üzerindeki baskıyı hafifletmek için, iki İsrail askeri kaçırdığını; askerleri esir değişimi kapsamında iade edeceğini ilan etti.
Bölgede şiddetin ve savaşın tırmanmasının tek sorumlusu olan İsrail ve emperyalistler ise kendi başlattıkları oyunu kapsamlı bir Lübnan işgaline çevirmek için derhal harekete geçtiler. İsrail Lübnan'a başlattığı operasyonun hedefinin Hizbullah'ı yok etmek olarak açıkladı.
Savaşın gerçek nedenleri
İsrail'in Lübnan'ı işgal gibi bir hamleyi ABD emperyalistlerinin yardımları ve asıl olarak talimatları olmadan yapamayacağı açık. Öyleyse bu hamleyi ABD emperyalizminin Ortadoğu'daki yeni hamlesi olarak okumak en doğru olanı olacaktır.
Irak'taki yenilgisi her gün daha da yaklaşan ve bozgunu en az maliyetle atlatma hazırlıkları yapan ABD-İngiliz emperyalist bloğu çaresizce savaşı yaymaya çalışıyor. Daha İsrail'i Lübnan'ın üstüne saldırtmadan önce İran ile de ilişkileri geren ve savaş ihtimalini arttıran bir tutuma giren ABD yönetimi gözü dönmüş bir köpek gibi önüne gelen herkese saldırma eğilimi taşıyor. Ortadoğu'yu bir bütün olarak kan gölüne çevirmek isteyen Amerika böylece bölge ülkelerini zayıflatmak, birbirine düşürmek için canhıraş bir şekilde çalışıyor. İran'ın bölgede artan gücünü ve prestijini kırmak, Suriye'yi etkisizleştirmek ve nihayetinde yeni oyunlarında kendisine çok lazım olacak sadık piyonu İsrail'in güvenlik sorunu çözmek bu sıralar yürütülen ABD politikalarında öne çıkıyor.
Lübnan'ın işgalinin ve Hizbullah'ın etkisizleştirilmesinin denenmesi işte bu amaçları sağlamak için çok önceden planlanmış bir savaştır.
Emperyalistler iç savaşlar çıkarmak için uğraşıyor
İsrail'in Lübnan'daki sivil hedeflere yönelmesinin temel nedenlerinden biri Lübnan halkı ile Hizbullah'ın arasını açmaya çalışmak. Özellikle de Lübnan'daki Hıristiyanların bu yıkımın sorumlusu olarak Hizbullah'ı görmesini sağlamak. Ayrıca Lübnan'ın karmaşık etnik yapısını düşünecek olursak Şii temelli bir örgüt olan Hizbullah'ın diğer etnik gruplarla da sürtüşmeye girmesi hesaplanmaktaydı. Fakat İsrail'in Lübnan'ı işgale kalkışması ve çok güçlü bir Hizbullah direnişi karşısında geri adım atması Lübnan halkında iç savaştan çok yeni bir yakınlaşma ve kaynaşma olanağı yarattı. Hizbullah'ın bütün bir Lübnan halkı üzerindeki itibarı arttı.
Anti-emperyalist cephe içerisinde komünistler de yerini aldı. Lübnan Komünist Partisi, tüm Lübnan halkını birlik beraberlik içerisinde emperyalistlere karşı savaşmaya çağırdığı bildirisinde; kendilerinin de silahlı direnişe geçtiğini ilan ediyordu. Nitekim Lübnan halkının ve emperyalistlere karşı savaşan yurtseverlerin verdiği kayıplar arasında yedi komünist partili militan anti-emperyalist cephelerde mücadele konusunda tüm dünya ilericilerine ders veriyordu.
Siyonist ordunun bozgunu
Savaşın başlamasıyla birlikte başlayan yoğun İsrail bombardımanına karşılık olarak Hizbullah da füze saldırıları gerçekleştirdi. Bu kapışma bile Hizbullah'ın tahminlerden çok daha güçlü bir direniş gerçekleştirebileceğine bir işaretti. Ama gözü dönmüş emperyalist maşası İsrail'in egemenleri bu işarete rağmen kara operasyonu başlattılar. Hedef ilk önce Lita Irmağı'nın güneyinde kalan Lübnan topraklarını işgal etmek ve burada İsrail'in güvenliği için bir tampon bölge oluşturmaktı. Ve yoğun hava bombardımanın verdiği tartışmasız destekle ayrıca son Arap-İsrail Savaşı'nın galibi olmanın verdiği özgüvenle harekete geçen yenilmez ordular son teknoloji ürünü tank, helikopter, savaş gemileri ve çeşitli silahları ile Lübnan içlerine doğru ilerlemeye başladılar.
Hizbullah ve çevresinde toparlanan yurtsever güçler emperyalistlerin tümünü şaşkına çevirecek bir güçle Siyonist ordunun ilerleyişini durdurdu. İsrail sınırın hemen ötesindeki kasabaları bile ele geçiremiyor ve ciddi kayıplar vermeye başlıyordu.
İsrail sert direnişinde etkisiyle, hiçbir hedefine ulaşmadan, ateşkes çağrısını kabul etmek durumunda kaldı. Böylece Siyonist ordu Lübnan halkına verdiği tüm zararlara rağmen savaşı kazanamayarak caydırıcılığını önemli oranda yitirdi.
BM ve uluslararası toplum
Bu savaş BM'nin ve "büyük" ve "medeni" devletlerin iki yüzlülüğünü bir kez daha ve kesin olarak ortaya koyması bakımından da tartışmasız bir öneme sahipti. Kendi görevlilerinin İsrail tarafından kasten vurulmasına dahi ses çıkaramayan bir Birleşmiş Milletler Örgütü gördük. Ve insanların bir kısmı bu emperyalist teşkilatın ilan edeceği bir ateşkese umut bağladılar. Her defasında bu umutlar ABD'nin veto duvarına çarparak dağıldı. Diğer devletler ise göstermelik tepkilerle yetindi. Herkes kendi emperyalist emellerinin peşine düşmüş ve yaşananları kendi çıkarları doğrultusunda pazarlık unsuru yapma telaşına kapılmıştı. Arap devletleri, halklarının yoğun tepkisine rağmen, işbirlikçi çizgilerini koruyarak yaşananlara neredeyse hiç ses çıkarmadı. Bir kınama kararı bile alamadılar.
Lübnanlı yurtseverlere somut olarak tek destek, yaşanan krizin aslında doğrudan içinde olan İran ve Suriye bir tarafa konulursa, Venezüella'dan geldi. Venezüella İsrail büyük elçisini geri çekerek Amerika ve İsrail'i kınayan açıklamalar yaptı. Direnişçelere yüksek moral kaynağı oldu. Venezüella'nın bu tutumu emperyalistler karşısında nasıl bir birliğe ihtiyacımız olduğunun işaretlerini vermesi açısından kritik bir öneme sahip ve şimdiden özgürlük mücadeleleri tarihine yazılacak bir hamledir.
Türkiye'nin tutumu
Savaş boyunca ve savaş sonrasında Türkiye aşağılık bir işbirlikçi politika izlemeye ve İsrail yararına Lübnanlı yurtseverlere baskı yapmaya devam etti. İsrail ordusunun Lübnan'ı baştan sona yıkmak için kullandığı bombalar Türkiye üzerinden nakledildi. Bu arada iki İran uçağını indirip aramaktan çekinmedi. Çünkü İsrail'den uçakların Hizbullah'a silah taşıdığı istihbaratı gelmişti.
Türkiye egemenleri içeride ise savaş karşıtlarının üzerine gitmekten çekinmedi. Barış için yapılan basın açıklamalarının bir kısmına şiddet kullanarak müdahale etti. "Emperyalist katilleri Ortadoğu'dan kovacağız" afişlemesi yapan ilerici gençler polisin baskısıyla ve para cezaları ile karşılaştı. Ama tüm baskılara rağmen bütün çalışmalarımız sürüyor sürecek.
"Barış" gücü
Sözde ateşkesin ardından emperyalistler savaş alanında ulaşamadıkları hedeflerine masa başında ulaşma çabalarına girdi bile. Birleş Milletler'in net bir ateşkes çağrısı bile yapmayan 1701 no'lu kararı İsrail'e "savunma" amaçlı saldırılarına devam etme hakkı veriyor. Zaten İsrail de mesajı almış ve öncekilere göre daha ufak kapsamlı da olsa saldırılarını sürdürüyor.
Bu yönüyle ateşkes kararın kime hizmet etmek için hazırlandığı ortaya çıkıyor zaten. Bölgeye konuşlandırılacak barış gücünün ne yapacağı ise doğru düzgün tanımlanmamış bile. Amaç ise İsrail ve ABD'nin tek başına yapamadığını barış gücü yardımı ile yapmasını sağlayıp Hizbullah'ın silahsızlandırılmasını ve İsrail'in güvenliğinin sağlanması. Yani emperyalistler kendileri için Siyonist ordunun emrinde Lübnan halkına karşı savaşacak askerler istiyor. Hem de bu güçte Türkiye'nin aktif rol almasını istiyorlar. Bu oyuna karşı çıkmak ve emperyalistlerin, Siyonistlerin maşası olmaya karşı çıkmak herkesin insanlık borcudur. Herkes İsrail askeri olmayacağını haykırmak zorundadır. Hizbullah'ı ve Lübnanlı yurtseverleri silahsızlandırmayı hedefleyen her karar İsrail'e hizmet edecek bir karardır.
Sonuç
Lübnan halkı emperyalistlere karşı yeni yeni direniş gelenekleri yarattı, yaratıyor. Emperyalistlerin Ortadoğu politikalarının iflas ettiği artık gün gibi ortada. Afganistan, Filistin, Irak ve Lübnan emperyalistlerin katillerin Ortadoğu'daki korkulu rüyaları oluyor. Ortadoğu'daki direniş dünyadaki tüm anti-emperyalist güçlere, ilerici güçlere yeni olanaklar yaratıyor. Ortadoğu halkları dünya halkları için dövüşüyor.
Bizler, Türkiyeli ilericiler, anti-emperyalistler, devrimciler Lübnan halkının bizim içinde dövüştüğünü unutmadan, onlara her türlü desteği sağlamak üzere çalışmalarımıza hız vermeliyiz. ABD ve İsrail'in maşası olmaya hevesli AKP Hükümeti, yüksek askeri-sivil bürokrasi ve TÜSİAD çevrelerinin oyunlarını boşa çıkarmak en kritik görevimiz olarak öne çıkıyor.
Ortadoğu'daki tüm anti-emperyalist güçleri, ilerici güçleri birleştirecek bir Ortadoğu Devrimci Çemberi yaratmak, emperyalist katilleri bu çemberin içinde boğmak dünya halklarına karşı en büyük ödevimizdir!
Ortadoğu'da düğümlenen emperyalist krizin yeni bir aşamaya girmesini izledik, geçtiğimiz Temmuz ayı itibariyle. Siyonist İsrail Devleti, kaçırılan iki askerini bahane ederek, Lübnan'ı işgale kalkıştı. Lübnan işgalinde hemen önce ise Filistin'de de güya bir başka asker kaçırma olayını bahane ederek günler süren bir operasyon yürütmüş, Filistin kabinesinden bakanları kaçırmış ve sonuç olarak Filistin'e büyük bir yıkım yaşatmıştı.
Bu kana doymayan katil sürüleri Lübnan'da karşılaştıkları, aslına bakılırsa hiç beklemedikleri kadar büyük ve kapsamlı, direniş ile birlikte bütün bir ülkeyi yıkmayı hedefleyen bombardımanlar yaptılar ve 1000'lerce sivili öldürdüler. Lübnan'ın her türlü altyapısını (köprüler, hastaneler, elektrik ve su şebekeleri vs) yok etmeye yöneldiler. Yürüttükleri bu yıkım kampanyası boyunca da dünya kamuoyunu savaşın başlaması ve gelişmesi ile ilgili olarak sürekli bir yanıltma faaliyetine girdiler.
İsrail'in ve emperyalistlerin yalanları
Yukarıda da dediğimiz gibi İsrail Filistin'deki saldırıları başlatırken ve bu saldırıları Lübnan'ı işgal harekatı olarak geliştirirken kaçırılan askerlerini bahane etmişti. Dünya kamuoyunun önemli bir kısmını ve tabii ki ülkemizin kamuoyunun önemli bir kısmını da bu yalanla geçici bir süre de olsa etkilemeyi başardı.
Tek gıdası insan kanı olan gazeteler ve onların cani köşe yazarları İsrail'e alkış tuttular. İsrail'in kendini savunmak için savaşa giriştiğini, bu davranışın Türkiye'ye örnek olması gerektiğini ve Türkiye'nin bu örnekten hareketle derhal Kuzey Irak'a girerek Kandil Dağı'na operasyon yapması gerektiği propaganda edilmeye başladı.
Yapılan İsrail yanlısı propagandalarla Türkiye halklarını enkaz altından çıkan insanları gördükçe İsrail'i alkışlayacak hale getirmeye çalıştılar. Ama enkaz altından çıkan on günlük bebek cesetleri için kimsenin İsrail'i alkışlamaya niyeti yoktu. Ayrıca direniş de beklenenden çok daha sert ve başarılı bir şekilde işgal harekatına karşı koymaya başlamıştı. Bu durumda insanlarımız artık gerçeklere daha fazla itibar eder olmuştu. Bizim kanla beslenen medyada ise İsrail propagandaları daha alçak sesle, daha kurnazca yapılmaya başladı ve hâlâ sürüyor.
Savaşı İsrail çıkardı
İsrail'in böyle kapsamlı bir saldırıya girmek için kaçırılan askerlerini bahane ettiği aslında açık. Çünkü daha önceleri de böylesi karşılıklı asker kaçırma ve esir değişim olayları gerçekleştirilebilmiş ve bu durumlar hiç de bu kadar kapsamlı bir saldırının bahanesi olarak kullanılmamıştı.
Bu son asker kaçırma olayları incelendiğinde İsrail'in asker kaçırma olayından önce Filistin'e yönelik şiddet baskısını bilinçli bir şekilde tırmandırmaya başladığı görüyoruz. Ayrıca kendisinin elindeki savaş esirleri yetmezmiş gibi iki Filistinli bilim adamını kaçırdığı da bilinmektedir. Filistinli bir örgütte bu gelişmeler karşısında misilleme olarak iki İsrail askerini kaçırmış ve esir değişimi koşuluyla bırakacağını duyurmuştu. Yani İsrail, Filistinlileri bu adımı atmaya zorlamış ve hemen ardından da Filistin'e yönelik toptan yıkım kampanyasını başlatmıştı.
İsrail'in Filistin'e yönelik saldırılarına sessiz kalmayan Hizbullah da iki asker kaçırarak siyonistleri esir değişimine zorlamak, ve belki Filistin üzerindeki baskıyı hafifletmek için, iki İsrail askeri kaçırdığını; askerleri esir değişimi kapsamında iade edeceğini ilan etti.
Bölgede şiddetin ve savaşın tırmanmasının tek sorumlusu olan İsrail ve emperyalistler ise kendi başlattıkları oyunu kapsamlı bir Lübnan işgaline çevirmek için derhal harekete geçtiler. İsrail Lübnan'a başlattığı operasyonun hedefinin Hizbullah'ı yok etmek olarak açıkladı.
Savaşın gerçek nedenleri
İsrail'in Lübnan'ı işgal gibi bir hamleyi ABD emperyalistlerinin yardımları ve asıl olarak talimatları olmadan yapamayacağı açık. Öyleyse bu hamleyi ABD emperyalizminin Ortadoğu'daki yeni hamlesi olarak okumak en doğru olanı olacaktır.
Irak'taki yenilgisi her gün daha da yaklaşan ve bozgunu en az maliyetle atlatma hazırlıkları yapan ABD-İngiliz emperyalist bloğu çaresizce savaşı yaymaya çalışıyor. Daha İsrail'i Lübnan'ın üstüne saldırtmadan önce İran ile de ilişkileri geren ve savaş ihtimalini arttıran bir tutuma giren ABD yönetimi gözü dönmüş bir köpek gibi önüne gelen herkese saldırma eğilimi taşıyor. Ortadoğu'yu bir bütün olarak kan gölüne çevirmek isteyen Amerika böylece bölge ülkelerini zayıflatmak, birbirine düşürmek için canhıraş bir şekilde çalışıyor. İran'ın bölgede artan gücünü ve prestijini kırmak, Suriye'yi etkisizleştirmek ve nihayetinde yeni oyunlarında kendisine çok lazım olacak sadık piyonu İsrail'in güvenlik sorunu çözmek bu sıralar yürütülen ABD politikalarında öne çıkıyor.
Lübnan'ın işgalinin ve Hizbullah'ın etkisizleştirilmesinin denenmesi işte bu amaçları sağlamak için çok önceden planlanmış bir savaştır.
Emperyalistler iç savaşlar çıkarmak için uğraşıyor
İsrail'in Lübnan'daki sivil hedeflere yönelmesinin temel nedenlerinden biri Lübnan halkı ile Hizbullah'ın arasını açmaya çalışmak. Özellikle de Lübnan'daki Hıristiyanların bu yıkımın sorumlusu olarak Hizbullah'ı görmesini sağlamak. Ayrıca Lübnan'ın karmaşık etnik yapısını düşünecek olursak Şii temelli bir örgüt olan Hizbullah'ın diğer etnik gruplarla da sürtüşmeye girmesi hesaplanmaktaydı. Fakat İsrail'in Lübnan'ı işgale kalkışması ve çok güçlü bir Hizbullah direnişi karşısında geri adım atması Lübnan halkında iç savaştan çok yeni bir yakınlaşma ve kaynaşma olanağı yarattı. Hizbullah'ın bütün bir Lübnan halkı üzerindeki itibarı arttı.
Anti-emperyalist cephe içerisinde komünistler de yerini aldı. Lübnan Komünist Partisi, tüm Lübnan halkını birlik beraberlik içerisinde emperyalistlere karşı savaşmaya çağırdığı bildirisinde; kendilerinin de silahlı direnişe geçtiğini ilan ediyordu. Nitekim Lübnan halkının ve emperyalistlere karşı savaşan yurtseverlerin verdiği kayıplar arasında yedi komünist partili militan anti-emperyalist cephelerde mücadele konusunda tüm dünya ilericilerine ders veriyordu.
Siyonist ordunun bozgunu
Savaşın başlamasıyla birlikte başlayan yoğun İsrail bombardımanına karşılık olarak Hizbullah da füze saldırıları gerçekleştirdi. Bu kapışma bile Hizbullah'ın tahminlerden çok daha güçlü bir direniş gerçekleştirebileceğine bir işaretti. Ama gözü dönmüş emperyalist maşası İsrail'in egemenleri bu işarete rağmen kara operasyonu başlattılar. Hedef ilk önce Lita Irmağı'nın güneyinde kalan Lübnan topraklarını işgal etmek ve burada İsrail'in güvenliği için bir tampon bölge oluşturmaktı. Ve yoğun hava bombardımanın verdiği tartışmasız destekle ayrıca son Arap-İsrail Savaşı'nın galibi olmanın verdiği özgüvenle harekete geçen yenilmez ordular son teknoloji ürünü tank, helikopter, savaş gemileri ve çeşitli silahları ile Lübnan içlerine doğru ilerlemeye başladılar.
Hizbullah ve çevresinde toparlanan yurtsever güçler emperyalistlerin tümünü şaşkına çevirecek bir güçle Siyonist ordunun ilerleyişini durdurdu. İsrail sınırın hemen ötesindeki kasabaları bile ele geçiremiyor ve ciddi kayıplar vermeye başlıyordu.
İsrail sert direnişinde etkisiyle, hiçbir hedefine ulaşmadan, ateşkes çağrısını kabul etmek durumunda kaldı. Böylece Siyonist ordu Lübnan halkına verdiği tüm zararlara rağmen savaşı kazanamayarak caydırıcılığını önemli oranda yitirdi.
BM ve uluslararası toplum
Bu savaş BM'nin ve "büyük" ve "medeni" devletlerin iki yüzlülüğünü bir kez daha ve kesin olarak ortaya koyması bakımından da tartışmasız bir öneme sahipti. Kendi görevlilerinin İsrail tarafından kasten vurulmasına dahi ses çıkaramayan bir Birleşmiş Milletler Örgütü gördük. Ve insanların bir kısmı bu emperyalist teşkilatın ilan edeceği bir ateşkese umut bağladılar. Her defasında bu umutlar ABD'nin veto duvarına çarparak dağıldı. Diğer devletler ise göstermelik tepkilerle yetindi. Herkes kendi emperyalist emellerinin peşine düşmüş ve yaşananları kendi çıkarları doğrultusunda pazarlık unsuru yapma telaşına kapılmıştı. Arap devletleri, halklarının yoğun tepkisine rağmen, işbirlikçi çizgilerini koruyarak yaşananlara neredeyse hiç ses çıkarmadı. Bir kınama kararı bile alamadılar.
Lübnanlı yurtseverlere somut olarak tek destek, yaşanan krizin aslında doğrudan içinde olan İran ve Suriye bir tarafa konulursa, Venezüella'dan geldi. Venezüella İsrail büyük elçisini geri çekerek Amerika ve İsrail'i kınayan açıklamalar yaptı. Direnişçelere yüksek moral kaynağı oldu. Venezüella'nın bu tutumu emperyalistler karşısında nasıl bir birliğe ihtiyacımız olduğunun işaretlerini vermesi açısından kritik bir öneme sahip ve şimdiden özgürlük mücadeleleri tarihine yazılacak bir hamledir.
Türkiye'nin tutumu
Savaş boyunca ve savaş sonrasında Türkiye aşağılık bir işbirlikçi politika izlemeye ve İsrail yararına Lübnanlı yurtseverlere baskı yapmaya devam etti. İsrail ordusunun Lübnan'ı baştan sona yıkmak için kullandığı bombalar Türkiye üzerinden nakledildi. Bu arada iki İran uçağını indirip aramaktan çekinmedi. Çünkü İsrail'den uçakların Hizbullah'a silah taşıdığı istihbaratı gelmişti.
Türkiye egemenleri içeride ise savaş karşıtlarının üzerine gitmekten çekinmedi. Barış için yapılan basın açıklamalarının bir kısmına şiddet kullanarak müdahale etti. "Emperyalist katilleri Ortadoğu'dan kovacağız" afişlemesi yapan ilerici gençler polisin baskısıyla ve para cezaları ile karşılaştı. Ama tüm baskılara rağmen bütün çalışmalarımız sürüyor sürecek.
"Barış" gücü
Sözde ateşkesin ardından emperyalistler savaş alanında ulaşamadıkları hedeflerine masa başında ulaşma çabalarına girdi bile. Birleş Milletler'in net bir ateşkes çağrısı bile yapmayan 1701 no'lu kararı İsrail'e "savunma" amaçlı saldırılarına devam etme hakkı veriyor. Zaten İsrail de mesajı almış ve öncekilere göre daha ufak kapsamlı da olsa saldırılarını sürdürüyor.
Bu yönüyle ateşkes kararın kime hizmet etmek için hazırlandığı ortaya çıkıyor zaten. Bölgeye konuşlandırılacak barış gücünün ne yapacağı ise doğru düzgün tanımlanmamış bile. Amaç ise İsrail ve ABD'nin tek başına yapamadığını barış gücü yardımı ile yapmasını sağlayıp Hizbullah'ın silahsızlandırılmasını ve İsrail'in güvenliğinin sağlanması. Yani emperyalistler kendileri için Siyonist ordunun emrinde Lübnan halkına karşı savaşacak askerler istiyor. Hem de bu güçte Türkiye'nin aktif rol almasını istiyorlar. Bu oyuna karşı çıkmak ve emperyalistlerin, Siyonistlerin maşası olmaya karşı çıkmak herkesin insanlık borcudur. Herkes İsrail askeri olmayacağını haykırmak zorundadır. Hizbullah'ı ve Lübnanlı yurtseverleri silahsızlandırmayı hedefleyen her karar İsrail'e hizmet edecek bir karardır.
Sonuç
Lübnan halkı emperyalistlere karşı yeni yeni direniş gelenekleri yarattı, yaratıyor. Emperyalistlerin Ortadoğu politikalarının iflas ettiği artık gün gibi ortada. Afganistan, Filistin, Irak ve Lübnan emperyalistlerin katillerin Ortadoğu'daki korkulu rüyaları oluyor. Ortadoğu'daki direniş dünyadaki tüm anti-emperyalist güçlere, ilerici güçlere yeni olanaklar yaratıyor. Ortadoğu halkları dünya halkları için dövüşüyor.
Bizler, Türkiyeli ilericiler, anti-emperyalistler, devrimciler Lübnan halkının bizim içinde dövüştüğünü unutmadan, onlara her türlü desteği sağlamak üzere çalışmalarımıza hız vermeliyiz. ABD ve İsrail'in maşası olmaya hevesli AKP Hükümeti, yüksek askeri-sivil bürokrasi ve TÜSİAD çevrelerinin oyunlarını boşa çıkarmak en kritik görevimiz olarak öne çıkıyor.
Ortadoğu'daki tüm anti-emperyalist güçleri, ilerici güçleri birleştirecek bir Ortadoğu Devrimci Çemberi yaratmak, emperyalist katilleri bu çemberin içinde boğmak dünya halklarına karşı en büyük ödevimizdir!
Diğer Haberler
Lübnan'da düşene dövüşene bin selam!Şiddet Yükselirken:Kürt SorunuNÜKLEERİN KARANLIK TARİHİKOLEKTİF BİLİNÇ-HAREKET FORUMKapitalizmin işçi sınıfına ve emekçi halklara saldırısının adı: Özelleştirmeİşte dünyaya seslenen bir kadının vahşeti durdurun çığlığıİsrail elçisi geri çağrılsın!Direnmenin Tarihi yeniden yazılırken...Devrim Ateşi Ortadoğu'dan Yükselecek!DDGF'NİN LÜBNAN'DA YAŞANAN VAHŞETE İLİŞKİN AÇIKLAMASI: