Tarih: Eylül - Ekim 2006 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:12
NÜKLEERİN KARANLIK TARİHİ
Sinop'ta nükleer santral kurulmasının konuşulduğu şu günlerde nükleer enerjinin gelişimi ve nükleer santraller hakkında bir iki söz etmemek olmaz. Kısaca bu hikayeden bahsedelim. Nükleere yolculuk 1896 yılında Fransa'da başlamıştır. Yaptığı deneyler sonucunda uranyum maden filizinde uranyum dışında başka bir elementin daha olduğu kanısına varan ünlü fizikçi Becquerel, bu düşüncesini deney becerisine hayranlık duyduğu Marie Cruie'ye iletir. İki yıl süren süzme ve arındırma işlemleri sonucunda Marie ve eşi Pierre Curie, ışın etkinliği yüksek radyum elementini bulur.
Radyum radyoaktifliği (Kararsız çekirdeklerin kendiliğinden parçacıklar ve/veya elektromanyetik radyasyon yaymalarına/ışımalarına denir.) uranyumdan yaklaşık bir milyon kat daha fazla olan bir elementtir. Radyum ışınları tohumların büyümesini önleyebilir, bakterileri, dahası küçük hayvanları öldürebilir. Bu ışınlar bugün kanserin ve bazı deri hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Radyumun bir özelliği de, enerji saldıkça kendini tüketmesi, basit atomlara dönüşmesidir.
Radyum'un keşfi ile 1903'de fizikte Nobel Ödülü'nü Becquerel ile paylaşan Curie'ler sanayi çevrelerinden gelen ısrarlı taleplere rağmen buluşlarını satmamışlardır. Eşinin ölümünden sonra da çalışmalarına devam eden Marie Curie, radyumu yalın bir biçimde elde etmeyi başararak ikinci kez 1911'de Nobel Ödülü'nü almıştır.
1934'te öldüğünde, Curie'nin radyum ışınlarının etkisi sonucunda iç organlarının neredeyse tümüyle yıkım içinde olduğu görülmüştür. Sanki radyum iki kez Nobel Ödülü'nü kazandırdığı ünlü bilim kadınından bir bakıma öcünü almıştı.
1898'li yıllarda da radyoaktivite üzerine çalışmalar yürüten diğer bir bilimci Yeni Zelandalı Ünlü Fizikçi Ernest Rutherford olmuştur.
Radyoaktif atomların kendiliğinden değişik nitelikteki ataomlara dönüştüğünü ispatlayan Rutherford 1908'de kimyada Nobel Ödülü'nü kazanmıştır. Rutherford'un Çekirdekli Atom Modeli buluşu da atomun yapısına ilişkin olarak aranan açıklığı gidermiştir.
Rutherford'un nükleer fizik alanındaki öndeyilerinden pek azı yanlış çıkmıştır. Yanılgılarından biri, çekirdekteki saklı enerjinin sürekli kilitli kalacağı olmuştur. Ölümünden (1937) iki yıl sonra çekirdekteki bu enerjinin atom bombasına dönüştürülebileceği kanıtlanmıştır. Neyse ki, Rutherford Hiroşima'daki korkunç patlamayı duymamıştır.
1942'de de İtalyan asıllı Enrico Fermi ve arkadaşları, ABD'de Chicago Üniversitesi'nde ilk nükleer reaktörü çalışır hale getirmiştir. Atom enerjisinden kontrollü olarak yararlanılabileceğini gösteren ilk deneydsel reaktör budur.
İnsanlığın kontrolündeki ilk atom bombası 1945'te ABD'de imal edilmiş ve Japonya üzerinde denenmiştir.
Günümüzde ise nükleer enerji tüm dünyayı ilgilendiren bir problemdir. Beraberinde getirdiği teknik, politik ve ekonomik sorunlar tüm dünyayı nükleer enerjiye çözüm bulmakla yükümlü hale getiriyor. Sonuçlarına hepimizin katlanmak zorunda kalacağı bir konuda bizim de söz söyleme hakkımız olmalı. Mesela enerjisinin yarıdan fazlasını nükleer santrallerden sağlayan İsveç'te, referandum yapılmış, çıkan 'nükleere hayır' sonucu doğrultusunda nükleer santraller kapatılmaya başlanmıştır.
Ne kadar aksi iddia edilse de gelişmiş ülkelerin nükleer enerjiye açıkça 'hayır' dediğini unutmamak gerekiyor.
VE NÜKLEER ENERJİNİN KORKUNÇ YÜZÜ: ÇERNOBİL
Dünya, nükleer enerjinin korkunç yüzü ile 26 Nisan 1986'da Çernobil'de tanıştı.
Çernobil'den yayılan radyoaktif kirlilik rüzgarın yönü ve yağışlar nedeniyle kazadan sonra kuzey yarım küredeki hemen her ülkede görüldü.
Verilere göre, radyoaktif serpinti 160 bin kilometrekare toprağı kirletmiş, en az 9 milyon insanı etkilemiş, 400 bin kişinin evinden olmasına yol açmıştır. Kazanın Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya'ya maliyeti, 352 milyar dolar olarak hesaplanmıştır.
Olayın üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen Çernobil faciasının sonuçları hâlâ etkisini sürdürmektedir. Facia'nın ardından yayınlanan 5 bin civarındaki tıbbi araştırmada kazadan sonra bölgedeki kanser oranının 20 kat, sakat bebek doğumlarının 2.5 kat, tüberküloz hastalığına yakalananların sıklığının 10 kat, çocuklardaki tiroid kanserlerinin ise 100 kattan fazla arttığı belirtilmiştir. Nedeninin eski 'Rus' teknolojisi olduğu iddia edilen Çernobil kazası ne yazık ki şu ana kadar meydana gelmiş tek kaza değildir. En modern teknoloji ve standartların mevcut olduğu Japonya'da bile kazaların ardı arkası kesilmemektedir.
YENİLENEBİLİR ENERJİ!
Nükleer enerjiye alternatif olabilecek, doğanın kendi evrimi içinde, bir sonraki gün de aynen mevcut olabilen enerji kaynakları bulunmaktadır.
Yenilenebilir enerji olarak da tanımlanan enerji kaynaklarımız: Hidrolik (Su), Güneş, Güneşten Elektrik Üretimi, Güneşten Isıl Elektrik Üretim Sistemi, Rüzgâr, Jeotermal, Biyokütle, Biyogaz, Çöpten-Çamurdan Elektrik'dir
2020 yılında dünyada üretilen elektriğin yüzde 50'sinin yenilenebilir kaynaklardan sağlanması planlanıyor. 2010 yılında kullanılacak elektrik enerjisinin yüzde 10'u ise rüzgardan sağlanacak. Bunun dışında dünyada pek yaygın olmayan başka yenilenebilir enerji kaynakları da bulunuyor.
Bütün bu teknik veri ve ayrıntılardan sonra AKP Hükümeti'nin Sinop'a nükleer santral inşaa etme girişimlerine karşı sesimizi yükseltmenin bir zorunluluk olduğu daha açık ortada. Sadece enerji sektörünün başına çöreklenmiş bir kaç büyük şirketi ihya etmek için tasarlanan, halka maliyetiyse tahmin edilemeyecek kadar ağır olacak bu santrale hayır diyoruz! Patronlara ve onların hükümeti AKP'ye sesleniyoruz: Madem o kadar çok istiyorsunuz o halde nükleer sizin Sinop bizim olsun!
Radyum radyoaktifliği (Kararsız çekirdeklerin kendiliğinden parçacıklar ve/veya elektromanyetik radyasyon yaymalarına/ışımalarına denir.) uranyumdan yaklaşık bir milyon kat daha fazla olan bir elementtir. Radyum ışınları tohumların büyümesini önleyebilir, bakterileri, dahası küçük hayvanları öldürebilir. Bu ışınlar bugün kanserin ve bazı deri hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Radyumun bir özelliği de, enerji saldıkça kendini tüketmesi, basit atomlara dönüşmesidir.
Radyum'un keşfi ile 1903'de fizikte Nobel Ödülü'nü Becquerel ile paylaşan Curie'ler sanayi çevrelerinden gelen ısrarlı taleplere rağmen buluşlarını satmamışlardır. Eşinin ölümünden sonra da çalışmalarına devam eden Marie Curie, radyumu yalın bir biçimde elde etmeyi başararak ikinci kez 1911'de Nobel Ödülü'nü almıştır.
1934'te öldüğünde, Curie'nin radyum ışınlarının etkisi sonucunda iç organlarının neredeyse tümüyle yıkım içinde olduğu görülmüştür. Sanki radyum iki kez Nobel Ödülü'nü kazandırdığı ünlü bilim kadınından bir bakıma öcünü almıştı.
1898'li yıllarda da radyoaktivite üzerine çalışmalar yürüten diğer bir bilimci Yeni Zelandalı Ünlü Fizikçi Ernest Rutherford olmuştur.
Radyoaktif atomların kendiliğinden değişik nitelikteki ataomlara dönüştüğünü ispatlayan Rutherford 1908'de kimyada Nobel Ödülü'nü kazanmıştır. Rutherford'un Çekirdekli Atom Modeli buluşu da atomun yapısına ilişkin olarak aranan açıklığı gidermiştir.
Rutherford'un nükleer fizik alanındaki öndeyilerinden pek azı yanlış çıkmıştır. Yanılgılarından biri, çekirdekteki saklı enerjinin sürekli kilitli kalacağı olmuştur. Ölümünden (1937) iki yıl sonra çekirdekteki bu enerjinin atom bombasına dönüştürülebileceği kanıtlanmıştır. Neyse ki, Rutherford Hiroşima'daki korkunç patlamayı duymamıştır.
1942'de de İtalyan asıllı Enrico Fermi ve arkadaşları, ABD'de Chicago Üniversitesi'nde ilk nükleer reaktörü çalışır hale getirmiştir. Atom enerjisinden kontrollü olarak yararlanılabileceğini gösteren ilk deneydsel reaktör budur.
İnsanlığın kontrolündeki ilk atom bombası 1945'te ABD'de imal edilmiş ve Japonya üzerinde denenmiştir.
Günümüzde ise nükleer enerji tüm dünyayı ilgilendiren bir problemdir. Beraberinde getirdiği teknik, politik ve ekonomik sorunlar tüm dünyayı nükleer enerjiye çözüm bulmakla yükümlü hale getiriyor. Sonuçlarına hepimizin katlanmak zorunda kalacağı bir konuda bizim de söz söyleme hakkımız olmalı. Mesela enerjisinin yarıdan fazlasını nükleer santrallerden sağlayan İsveç'te, referandum yapılmış, çıkan 'nükleere hayır' sonucu doğrultusunda nükleer santraller kapatılmaya başlanmıştır.
Ne kadar aksi iddia edilse de gelişmiş ülkelerin nükleer enerjiye açıkça 'hayır' dediğini unutmamak gerekiyor.
VE NÜKLEER ENERJİNİN KORKUNÇ YÜZÜ: ÇERNOBİL
Dünya, nükleer enerjinin korkunç yüzü ile 26 Nisan 1986'da Çernobil'de tanıştı.
Çernobil'den yayılan radyoaktif kirlilik rüzgarın yönü ve yağışlar nedeniyle kazadan sonra kuzey yarım küredeki hemen her ülkede görüldü.
Verilere göre, radyoaktif serpinti 160 bin kilometrekare toprağı kirletmiş, en az 9 milyon insanı etkilemiş, 400 bin kişinin evinden olmasına yol açmıştır. Kazanın Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya'ya maliyeti, 352 milyar dolar olarak hesaplanmıştır.
Olayın üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen Çernobil faciasının sonuçları hâlâ etkisini sürdürmektedir. Facia'nın ardından yayınlanan 5 bin civarındaki tıbbi araştırmada kazadan sonra bölgedeki kanser oranının 20 kat, sakat bebek doğumlarının 2.5 kat, tüberküloz hastalığına yakalananların sıklığının 10 kat, çocuklardaki tiroid kanserlerinin ise 100 kattan fazla arttığı belirtilmiştir. Nedeninin eski 'Rus' teknolojisi olduğu iddia edilen Çernobil kazası ne yazık ki şu ana kadar meydana gelmiş tek kaza değildir. En modern teknoloji ve standartların mevcut olduğu Japonya'da bile kazaların ardı arkası kesilmemektedir.
YENİLENEBİLİR ENERJİ!
Nükleer enerjiye alternatif olabilecek, doğanın kendi evrimi içinde, bir sonraki gün de aynen mevcut olabilen enerji kaynakları bulunmaktadır.
Yenilenebilir enerji olarak da tanımlanan enerji kaynaklarımız: Hidrolik (Su), Güneş, Güneşten Elektrik Üretimi, Güneşten Isıl Elektrik Üretim Sistemi, Rüzgâr, Jeotermal, Biyokütle, Biyogaz, Çöpten-Çamurdan Elektrik'dir
2020 yılında dünyada üretilen elektriğin yüzde 50'sinin yenilenebilir kaynaklardan sağlanması planlanıyor. 2010 yılında kullanılacak elektrik enerjisinin yüzde 10'u ise rüzgardan sağlanacak. Bunun dışında dünyada pek yaygın olmayan başka yenilenebilir enerji kaynakları da bulunuyor.
Bütün bu teknik veri ve ayrıntılardan sonra AKP Hükümeti'nin Sinop'a nükleer santral inşaa etme girişimlerine karşı sesimizi yükseltmenin bir zorunluluk olduğu daha açık ortada. Sadece enerji sektörünün başına çöreklenmiş bir kaç büyük şirketi ihya etmek için tasarlanan, halka maliyetiyse tahmin edilemeyecek kadar ağır olacak bu santrale hayır diyoruz! Patronlara ve onların hükümeti AKP'ye sesleniyoruz: Madem o kadar çok istiyorsunuz o halde nükleer sizin Sinop bizim olsun!
Diğer Haberler
Lübnan'da düşene dövüşene bin selam!Şiddet Yükselirken:Kürt SorunuNÜKLEERİN KARANLIK TARİHİKOLEKTİF BİLİNÇ-HAREKET FORUMKapitalizmin işçi sınıfına ve emekçi halklara saldırısının adı: Özelleştirmeİşte dünyaya seslenen bir kadının vahşeti durdurun çığlığıİsrail elçisi geri çağrılsın!Direnmenin Tarihi yeniden yazılırken...Devrim Ateşi Ortadoğu'dan Yükselecek!DDGF'NİN LÜBNAN'DA YAŞANAN VAHŞETE İLİŞKİN AÇIKLAMASI: