Tarih: 25.10.2012 | Kategori:
Toplumsal Haberler
Açlık grevini durdurmak bir insanlık borcudur
Türkiye hapishanelerinde 600'u aşkın kişi açlık grevinde. İHD'nin raporuna göre ölüm orucuna dönüşen açlık grevindekilerin 51'inin durumu ciddi. İlerici, devrimci, demokrat, yurtsever çevrelerin bayramı ölümlerle karşılaşamayalım feryadına karşılık yetkililer olayı görmezden gelen tavırlarını sürdürüyor.
45 gün önce başlayan açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüştüğü bu günlerde Türkiye'de insanlık yeni bir sınav veriyor. 1980 sonrasında 140 civarı mahpusun açlık grevlerinde hayatını kaybettiği Türkiye'de yetkililerin tavrı değişmezse bu sayı daha da artacak. Anadilde eğitim ve mahkemelerde anadilde savunma hakkını da içeren taleplerinin yerine getirilmesi için açlık grevine başlayan 600'ü aşkın kişi hükümetin duyarsızlığı karşısında ölüme doğru gidiyor. Grevin ilk haftasında cezaevi yönetimlerinin musluk suyundan başka bir şey vermediği grevcilere basında çıkan haberlerin ardından B vitamini takviyesi, şekerli su verildiği, doktor gözetimi altına alındıkları belirtilse de aralarında hasta tutsakların da olduğu açlık grevcilerinin temel fiziki fonksiyonlarını yitirdiği, kan kustukları gibi bilgiler kamuoyunda sıkça duyuluyor.
Dünya Tabipleri Birliği'nin 1991 tarihli Malta Bildirgesi açlık grevcisini "zihinsel olarak ehliyetli, açlık grevine kendi iradesiyle karar vermiş, bu nedenle belirli bir zaman için yiyecek ve/veya sıvı almayı reddeden kişi" olarak tanımlar. Ucu ölümlere ve wernicke-korsakoff sendromu gibi hastalıklara ulaşabilecek bu eylemin sonlanması ancak yetkililerin somut adımlar atılacağını belirtmesiyle gerçekleşebilir. Açlık grevlerini durdurmak, somut adımlar için çaba harcamak ise insani bir sorumluluktur. Geçmişte açlık grevinde ölenlerin utancını taşıyan Türkiye'nin emekçi halkları ve gençliği yeni ölümlere karşı bulunduğu her yerde sesini yükseltiyor. Sıra yetkililerin sesi duymasında ve açlık grevini sonlandırmak üzere somut adımlar atmasındadır.
45 gün önce başlayan açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüştüğü bu günlerde Türkiye'de insanlık yeni bir sınav veriyor. 1980 sonrasında 140 civarı mahpusun açlık grevlerinde hayatını kaybettiği Türkiye'de yetkililerin tavrı değişmezse bu sayı daha da artacak. Anadilde eğitim ve mahkemelerde anadilde savunma hakkını da içeren taleplerinin yerine getirilmesi için açlık grevine başlayan 600'ü aşkın kişi hükümetin duyarsızlığı karşısında ölüme doğru gidiyor. Grevin ilk haftasında cezaevi yönetimlerinin musluk suyundan başka bir şey vermediği grevcilere basında çıkan haberlerin ardından B vitamini takviyesi, şekerli su verildiği, doktor gözetimi altına alındıkları belirtilse de aralarında hasta tutsakların da olduğu açlık grevcilerinin temel fiziki fonksiyonlarını yitirdiği, kan kustukları gibi bilgiler kamuoyunda sıkça duyuluyor.
Dünya Tabipleri Birliği'nin 1991 tarihli Malta Bildirgesi açlık grevcisini "zihinsel olarak ehliyetli, açlık grevine kendi iradesiyle karar vermiş, bu nedenle belirli bir zaman için yiyecek ve/veya sıvı almayı reddeden kişi" olarak tanımlar. Ucu ölümlere ve wernicke-korsakoff sendromu gibi hastalıklara ulaşabilecek bu eylemin sonlanması ancak yetkililerin somut adımlar atılacağını belirtmesiyle gerçekleşebilir. Açlık grevlerini durdurmak, somut adımlar için çaba harcamak ise insani bir sorumluluktur. Geçmişte açlık grevinde ölenlerin utancını taşıyan Türkiye'nin emekçi halkları ve gençliği yeni ölümlere karşı bulunduğu her yerde sesini yükseltiyor. Sıra yetkililerin sesi duymasında ve açlık grevini sonlandırmak üzere somut adımlar atmasındadır.