Tarih: 14.06.2011 | Kategori:
İşçi - Sendika
15-16 Haziran: Bir kırılma noktası

Böylece, geçmişte 1872 Telgrafhane Grevi, 1873 Kasımpaşa Tersane İşçileri Grevi, 1876 Feshane Grevi ve 1927 Adana Demiryolu İşçileri Grevi gibi önemli eylemliliklere imza atmış olan Türkiye işçi sınıfı, tarihinde ilk defa, çok daha geniş bir coğrafyayı kapsayacak şekilde, ülkenin çeşitli bölgelerinden işçilerin, emekçilerin birlik ve dayanışması içerisinde sömürüye karşı koordineli bir şekilde hareket etmiş ve bu çerçevede burjuvaziye böylesine büyük bir yenilgiyi yaşatmış oluyordu.
Nasıl gelişti?
Her şey, o dönemin burjuva hükümetinin başında bulunan Süleyman Demirel öncülüğündeki Adalet Partisi (AP) ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) parlamentodaki ortak girişimleriyle daha önceden, 1963 yılında kabul edilmiş olan "274 sayılı İş Yasası" ile "275 sayılı Sendikalar Yasası" üzerinde bir dizi değişiklik yapmasıyla başladı. Söz konusu dönemde, işçi sınıfının sömürüye karşı mücadelesinde henüz yeterince etkili olamayan Türk-İş'ten 1967 yılında ayrılarak DİSK'i kuran işçiler, belli sınırlamaları olmasına rağmen 1963 kanunu çerçevesinde çok daha aktif bir anlayışla mücadele yürütüyordu. Bu durum işçilerin ve çeşitli sendikaların da ardı ardına Türk-İş'ten ayrılarak DİSK'e katılmak istemelerine neden olunca burjuvazi, işçi sınıfının sömürüye karşı etkin mücadele gücünü kırmak için zaten bazı durumlarda grev hakkını bile kısıtlayabilen yürürlükteki kanuna ek olarak bir de sendika değiştirmeyi zorlaştıran hükümler ekledi. Daha sonra söz konusu yasa değişikliği Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın da onayından geçerek yürürlüğe girdi.
Bunun üzerine DİSK ve bağlı sendikalar nezdinde örgütlü işçiler en doğal haklarının kısıtlanmasına karşı tepki gösterdiler; ayrıca o sırada parlamentoda temsilcileri bulunan Türkiye İşçi Partisi de bu durumun anayasaya aykırı olduğunu belirterek, yürütmenin durdurulması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Zaten iki yıla yakın bir süredir İstanbul'un pek çok yerinde işçi direnişleri ve grevler süregelmekteydi. Bütün bunlar olurken, 15 Haziran 1970 Pazartesi gününün sabahında çeşitli sendikalardan binlerce işçi, DİSK'in öncülüğünde İstanbul'un çeşitli yerlerinden sokaklara dökülerek; Avrupa yakasındakiler önce Sultanahmet Meydanı'na, oradan da Haliç üzerindeki köprülerden geçmek suretiyle Beyoğlu'na doğru; Anadolu yakasındakiler ise Kartal ve Gebze'den Kadıköy'e doğru yürüyüşe geçtiler.
Ertesi gün ise olaylar daha da büyüdü ve çok daha fazla sayıda işçi alanlara yığıldı. Burjuvazi hemen polis gücünü devreye sokarak yürüyüşü belli yerlede umutsuzca engellemeye çalıştı. Bu çerçevede burjuvazinin emekçilere yönelik saldırıları karşısında 6 kişi yaşamını yitirdi. Giderek kitleselleşen söz konusu eyleme DİSK öncülük etmiş olsa da , Türk-İş'e bağlı işçi sendikalarından da katılımlar oldu ve emekçi yığınların önü alınamadı. Bu çerçevede burjuvazi Kocaeli ve İstanbul'da 60 günlük sıkıyönetim ilan etti. Ancak baskılar karşısında olaylar daha da büyüdü ve İzmir, Ankara, Bursa gibi şehirlerde de işçiler sokakalara döküldü.
Söz konusu süreçte, yurdun dört bir yanında eyleme katılan işçilerin çalıştığı Arçelik, Vita, Demirdöküm, Auer, Otosan gibi büyük fabriklarda ve pek çok iş yerinde üretim durdu. Bu şekilde, uygarlığın yükünü sırtında taşıyan ama emeklerinin karşılığını alamayan ve hakları gasp edilen işçiler sahip oldukları gücü göstermiş oldular. Ardından da başlangıçta yasa değişikliğinin hazırlanması sürecinde Adalet Partisi ile çalışan CHP yönetimi de çark ederek Anayasa Mahkemesi'ne Türkiye İşçi Partisi'nden sonra başka bir yürütmeyi durdurma davası için başvuruda bulundu. Bu gelişmelerin sonucunda Anayasa Mahkemesi yasa değişikliklerini iptal etti.
Sonuç
15-16 Haziran olaylarında işçi sınıfının göstermiş olduğu direngenlik yönetimin çıkarmış olduğu yasayı kaldırmasını sağladı. Yasanın geri çekilmesi, işçi sınıfının örgütlü gücünün yasalarla kısıtlanamayacağını gösterdi.
Yasa konusunda geri adım atmak zorunda kalan burjuvazi aralarında Kemal Türkler ve DİSK yöneticilerinin de bulunduğu işçi önderlerini yargılayarak intikam almak istediyse de işçilerin kararlı tutumu bu yargılama sürecini de boşa çıkardı.
15-16 Haziran 1970 tarihinde gerçekleşen olaylar neticesinde "Türkiye'de işçi sınıfı var mıdır? Yok mudur?" ve "Devrimin temel öznesi işçi sınıfı mıdır? Değil midir?" tartışmaları büyük ölçüde anlamsızlaşmıştır. İşçi sınıfının üretimden gelen gücünün nelere kadir olduğu görülmüş ve toplumsal ilerlemeyi sağlayabilecek nihai yolun da yine işçi sınıfının sömürüye karşı örgütlenmesinden geçtiği, takip eden süreçte bir kez daha kanıtlanmıştır.
Türkiye işçi sınıfına selâm!
Selâm yaratana!
Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm!
Bütün yemişler dallarınızdadır.
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,
haklı günler, büyük günler,
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,
ekmek, gül ve hürriyet günleri.
Türkiye işçi sınıfına selâm!
Meydanlarda hasretimizi haykıranlara,
toprağa, kitaba, işe hasretimizi,
hasretimizi, ayyıldızı esir bayrağımıza.
Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm!
Paranın padişahlığını,
karanlığını yobazın
ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm!
Türkiye işçi sınıfına selâm!
Selâm yaratana!
Nazım Hikmet / 12 Ağustos 1962