Tarih: Mayıs - Haziran 2003 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:5
Venezüella’dan Irak’a EMPERYALİST MÜDAHALECİLİK
Yeni Dünya Düzeni (YDD) adı verilen siyaset terminolojisi söylemi dünyanın artık eski ile bağlarını kestiğini, yeniden şekillendirmenin bir kısmının tamamlandığını, bir kısmının ise süreç içinde devam edeceğini ve bu yeni yapılanmada eski kurumların çoğunun tarihin çöplüğüne atıldığını ilan eden malum düzenin ifadesidir. YDD’nin ilan tarihinin 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağıldığı ve II. Körfez Savaşı’nın sonuçlandığı tarihle çakışması rastlantı değildir. Aksine ABD emperyalizminin dünya ölçeğinde bir hegemon güç haline gelmesinin göstergesidir.
Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ile ABD emperyalizminin önünde artık hiçbir engel kalmadığını, dünyayı istediği gibi şekillendirebileceğinin ilanıydı bir anlamda YDD. Amerika, II. Körfez Savaşı’nda hegemon güç olduğunu test ettirip onaylatmıştı. Bu olay ABD açısından; artık karşısında hiçbir gücün duramayacağı ve dünyanın ideolojik, politik ve ekonomik süreçlerini istediği gibi şekillendirebileceğinin ispatıydı.
II. Körfez Savaşı’nın üzerinden yaklaşık on iki yıl geçti. Bu zaman dilimi içerisinde ABD emperyalizminin palazlanarak, daha da saldırgan ve işgalci bir kimliğe büründüğü uygulanan politikalara bakıldığı zaman gayet açık bir şekilde görülebilir. Bunlara; Filistin’in işgaline karşı Siyonist İsrail’in desteklenmesinden, Afganistan’a düzenlenen operasyona, Venezüella devlet başkanı Chavez’e karşı düzenlenen darbe girişiminden Kafkaslar’da asker konuşlandırmaya ve elbetteki son Irak işgaline varana kadar bir çok örnek verilebilir.
YDD, dünyanın kayıtsız şartsız ABD’ye teslim olması projesinin bir ayağıdır. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve ondan arta kalan alanlarda etkin bir gücün kalmaması nedeniyle ABD emperyalizmi Afganistan üzerinden gerek bu bölgenin hammadde ve pazar zenginliğinin üstüne konmak; gerekse elde ettiği mevzileri korumak ve daha da genişletme hayalini daha rahat bir şekilde gerçekleştirebiliyor. Sonuç olarak ABD politikaları her zamanki gibi bu coğrafyalarda yaşayan halklar için daha fazla açlık, yoksulluk, sefalet ve savaş vaat ediyor.
Emperyalist ABD’nin dünyayı kendi kontrolü altına alma çabası bir iki bölgeyle sınırlı değil. Bu girişimlerinden birine daha tanık olduk geçen günlerde. Bu sefer hedef, YDD ekseninde düşünüldüğünde küçük gibi görünen ama burnunun dibinde olduğu için ABD’nin daha dikkatli hareket ettiği bir yer olan Latin Amerika’daki dünyanın sayılı petrol üreticilerinden Venezüella’ydı. Venezüella devlet başkanının (Chavez) fakir halkın lehine aldığı kararlar Venezüella burjuvazisi kadar Bush hükümetini de rahatsız etti. ABD emperyalizminin Irak operasyonu öncesinde, kapitalizmin içinde bulunduğu bunalımı daha da derinleştirebilecek olan petrol fiyatlarındaki bir oynamaya hiçbir şekilde tahammülü kalmamıştı. Hemen düğmeye basılarak Chavez’i düşürme harekatı başlatıldı. Ama Venezüella halkı bu oyunu bozarak CİA’nın ve yerli işbirlikçilerinin planlarını boşa çıkarttı.
emperyalizminin özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızla örgütlendiği ve halkları katlettiği bir diğer bölgenin adı ise Ortadoğu. Stratejik konumu, Asya’daki hammadde ve pazarlar için kullanılan deniz ve kanal ulaşımına sahip olması, dünya politikasında dominant olan iki kıtanın geçiş alanında bulunması, doğu ile batı ayrılmışlığında bir tarafı oluşturması, tarihi etkileyen üç dinin ortaya çıktığı alanı içermesi ve daha da önemlisi zengin enerji kaynaklarına sahip olması ABD’nin gözünü bu bölgeye dikmesine sebep olmuştur. Amerika, işte bu enerji kaynaklarına sahip olmak, hegemonyasını daha da güçlendirerek bölgeyi tamamen kontrol altına almak için yeni bir adım daha atıyor: Irak’ı sömürgeleştiriyor.
ABD bölgedeki çıkarlarını geliştirmek için zamanında İran’ı kullanmıştı. 1979’da İran’da yaşanan devrimden sonra İran, emperyalizme hizmet nöbetini Mısır’a bıraktı. İsrail’i kuruluşundan beridir kullanıyor. Daha sonraları Türkiye de Amerika’nın dümen suyuna sokuldu. Lübnan ise ABD hükümetinin şu sıralar Ortadoğu’da güvendiği dördüncü devlet olma yolunda ilerlemekte.
Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ile ABD emperyalizminin önünde artık hiçbir engel kalmadığını, dünyayı istediği gibi şekillendirebileceğinin ilanıydı bir anlamda YDD. Amerika, II. Körfez Savaşı’nda hegemon güç olduğunu test ettirip onaylatmıştı. Bu olay ABD açısından; artık karşısında hiçbir gücün duramayacağı ve dünyanın ideolojik, politik ve ekonomik süreçlerini istediği gibi şekillendirebileceğinin ispatıydı.
EMPERYALiST
SALDIRGANLIK ARTIYOR
II. Körfez Savaşı’nın üzerinden yaklaşık on iki yıl geçti. Bu zaman dilimi içerisinde ABD emperyalizminin palazlanarak, daha da saldırgan ve işgalci bir kimliğe büründüğü uygulanan politikalara bakıldığı zaman gayet açık bir şekilde görülebilir. Bunlara; Filistin’in işgaline karşı Siyonist İsrail’in desteklenmesinden, Afganistan’a düzenlenen operasyona, Venezüella devlet başkanı Chavez’e karşı düzenlenen darbe girişiminden Kafkaslar’da asker konuşlandırmaya ve elbetteki son Irak işgaline varana kadar bir çok örnek verilebilir.
YDD, dünyanın kayıtsız şartsız ABD’ye teslim olması projesinin bir ayağıdır. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve ondan arta kalan alanlarda etkin bir gücün kalmaması nedeniyle ABD emperyalizmi Afganistan üzerinden gerek bu bölgenin hammadde ve pazar zenginliğinin üstüne konmak; gerekse elde ettiği mevzileri korumak ve daha da genişletme hayalini daha rahat bir şekilde gerçekleştirebiliyor. Sonuç olarak ABD politikaları her zamanki gibi bu coğrafyalarda yaşayan halklar için daha fazla açlık, yoksulluk, sefalet ve savaş vaat ediyor.
Emperyalist ABD’nin dünyayı kendi kontrolü altına alma çabası bir iki bölgeyle sınırlı değil. Bu girişimlerinden birine daha tanık olduk geçen günlerde. Bu sefer hedef, YDD ekseninde düşünüldüğünde küçük gibi görünen ama burnunun dibinde olduğu için ABD’nin daha dikkatli hareket ettiği bir yer olan Latin Amerika’daki dünyanın sayılı petrol üreticilerinden Venezüella’ydı. Venezüella devlet başkanının (Chavez) fakir halkın lehine aldığı kararlar Venezüella burjuvazisi kadar Bush hükümetini de rahatsız etti. ABD emperyalizminin Irak operasyonu öncesinde, kapitalizmin içinde bulunduğu bunalımı daha da derinleştirebilecek olan petrol fiyatlarındaki bir oynamaya hiçbir şekilde tahammülü kalmamıştı. Hemen düğmeye basılarak Chavez’i düşürme harekatı başlatıldı. Ama Venezüella halkı bu oyunu bozarak CİA’nın ve yerli işbirlikçilerinin planlarını boşa çıkarttı.
emperyalizminin özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızla örgütlendiği ve halkları katlettiği bir diğer bölgenin adı ise Ortadoğu. Stratejik konumu, Asya’daki hammadde ve pazarlar için kullanılan deniz ve kanal ulaşımına sahip olması, dünya politikasında dominant olan iki kıtanın geçiş alanında bulunması, doğu ile batı ayrılmışlığında bir tarafı oluşturması, tarihi etkileyen üç dinin ortaya çıktığı alanı içermesi ve daha da önemlisi zengin enerji kaynaklarına sahip olması ABD’nin gözünü bu bölgeye dikmesine sebep olmuştur. Amerika, işte bu enerji kaynaklarına sahip olmak, hegemonyasını daha da güçlendirerek bölgeyi tamamen kontrol altına almak için yeni bir adım daha atıyor: Irak’ı sömürgeleştiriyor.
ABD bölgedeki çıkarlarını geliştirmek için zamanında İran’ı kullanmıştı. 1979’da İran’da yaşanan devrimden sonra İran, emperyalizme hizmet nöbetini Mısır’a bıraktı. İsrail’i kuruluşundan beridir kullanıyor. Daha sonraları Türkiye de Amerika’nın dümen suyuna sokuldu. Lübnan ise ABD hükümetinin şu sıralar Ortadoğu’da güvendiği dördüncü devlet olma yolunda ilerlemekte.
HALKLAR KAZANACAK
Irak operasyonu bir kez daha gösterdi ki Amerika bütün bu uydu ülkelere rağmen yine de kendini güvende hissetmiyor. Ancak ABD, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeyi ve tamamen kontrol altına almayı hedeflerken kendi dostlarıyla da çekişmeden yapamıyor. Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya paravanlarının arkasında yer alan ve büyük ölçüde ulusal karakterini yitirmiş çok uluslu şirketler, bu paravanları (devletleri) Irak petrolünün savaştan sonra paylaşım sorununu çözmek için kullanıyorlar. Her çıkar grubunun ayrı bir devlet temsil ettiğini düşünecek olduğumuzda Amerika ve İngiltere’ye karşı giderek Fransa ve Almanya cephesinin oluştuğunu söylemek mümkün. Ancak şurası bir gerçek ki bu ülkelerin etkin sermaye grupları Irak’ı kendi aralarında “adilane” bir şekilde paylaşabilselerdi, II. Körfez Savaşı’nda olduğu gibi Irak’a birlikte girmekten hiç çekinmezlerdi.
Yukarıda, dünyanın yeniden şekillendirilmesi, ABD emperyalizminin yayılması, savaş, önümüzdeki dönem halkların karşı karşıya kalabileceği acılar gibi egemenlerin uygulayacağı politikaların kimi sonuçlarından kısaca da olsa bahsettik. Bu madalyonun bir yüzüydü. Diğer yüzde ise egemenlerin bütün propagandalarına ve bastırma çabalarına rağmen geride bıraktığımız dönemi batıdan doğuya barış çığlıklarıyla inleten halkların sesi var. Halklar, savaşın bütün yükünün kendilerine yükleneceğinin bilincindeler. Geçen süre içerisinde New York, Londra, Paris, Berlin, Atina ve Ankara sokakları emperyalistlerin uyguladıkları savaş politikalarına karşı “hayır” sesleriyle çınladı. Çınlamaya da devam edecek. Çünkü halklar savaş istemiyor.
Irak operasyonu bir kez daha gösterdi ki Amerika bütün bu uydu ülkelere rağmen yine de kendini güvende hissetmiyor. Ancak ABD, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeyi ve tamamen kontrol altına almayı hedeflerken kendi dostlarıyla da çekişmeden yapamıyor. Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya paravanlarının arkasında yer alan ve büyük ölçüde ulusal karakterini yitirmiş çok uluslu şirketler, bu paravanları (devletleri) Irak petrolünün savaştan sonra paylaşım sorununu çözmek için kullanıyorlar. Her çıkar grubunun ayrı bir devlet temsil ettiğini düşünecek olduğumuzda Amerika ve İngiltere’ye karşı giderek Fransa ve Almanya cephesinin oluştuğunu söylemek mümkün. Ancak şurası bir gerçek ki bu ülkelerin etkin sermaye grupları Irak’ı kendi aralarında “adilane” bir şekilde paylaşabilselerdi, II. Körfez Savaşı’nda olduğu gibi Irak’a birlikte girmekten hiç çekinmezlerdi.
Yukarıda, dünyanın yeniden şekillendirilmesi, ABD emperyalizminin yayılması, savaş, önümüzdeki dönem halkların karşı karşıya kalabileceği acılar gibi egemenlerin uygulayacağı politikaların kimi sonuçlarından kısaca da olsa bahsettik. Bu madalyonun bir yüzüydü. Diğer yüzde ise egemenlerin bütün propagandalarına ve bastırma çabalarına rağmen geride bıraktığımız dönemi batıdan doğuya barış çığlıklarıyla inleten halkların sesi var. Halklar, savaşın bütün yükünün kendilerine yükleneceğinin bilincindeler. Geçen süre içerisinde New York, Londra, Paris, Berlin, Atina ve Ankara sokakları emperyalistlerin uyguladıkları savaş politikalarına karşı “hayır” sesleriyle çınladı. Çınlamaya da devam edecek. Çünkü halklar savaş istemiyor.