Tarih: Temmuz 2002 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:2
Gençliğin Sosyalist Yığın Örgütü

Siyasal krizdi, erken seçimdi diyerek yine başladılar aynı tantanaya. Uyutulan, hep cüzdanından biraz daha "eksiltilen" olmak sadece büyükler için değil; bizler için, biz gençler için de alışıldık bir durum haline geldi. Kimse bu gidişin nerede noktalanacağını kestiremiyor. Arabanın nasıl ve ne zaman devrileceğine ilişkin tartışmalar sürse de, artık devrilmeme ihtimalinden bahseden pek kimse kalmadı gibi.
Peki, ekonomik ve sosyal tablonun bütün bir Cumhuriyet tarihi boyunca hiç olmadığı kadar kötü bir durumda bulunduğu, ulusal ve uluslararası ölçekte pek çok dengenin toz duman içinde yitip gittiği bu dönemde, yaşanan bütün toplumsal problemlerin birincil mağdurları arasında bulunan ülke gençliği nerede?
Bu tablo karşısında gençler suskun. Bu durumu izah için belki de suskunluğun sadece gençleri değil bütün bir toplumu esaret altına aldığı söylenecektir. Doğrudur. Bugün ülkemizde "suskunluk" dediğimiz hastalık 7'sinden 70'ine herkesi çeşitli ölçülerde etkisi altına almıştır. Evet, bu suskunluğun sebepleri arasında yıllardan beri insanlarımızın "ara rejimlerle" yönetilmesi; konuşmanın, düşünmenin halen daha insani bir hak olarak yasalarda, yönetmeliklerde kabullenilememiş olması da vardır. Ama bütün bu sayılanlar, sayısal olarak bakıldığında toplumun en büyük kesimini oluşturan; mevcut eğitim ve çalışma koşulları içinde haksızlıkların en ağırına, kabasına maruz kalan gençliğin bu sessizliğine mazeret olabilir mi? Cevap net: hiçbir zaman böyle bir mazeret kabul edilemez. Bu gerekçeleri ve benzerlerini kabullenmek, içinde bulunduğumuz koşulun sorumlusu, faili olmayı da peşin peşin üstlenmek demektir. Söz konusu tablonun sorumlusu biz değiliz. Bedelini de bize ödettiremezler!
Bu tablo karşısında gençler suskun. Bu durumu izah için belki de suskunluğun sadece gençleri değil bütün bir toplumu esaret altına aldığı söylenecektir. Doğrudur. Bugün ülkemizde "suskunluk" dediğimiz hastalık 7'sinden 70'ine herkesi çeşitli ölçülerde etkisi altına almıştır. Evet, bu suskunluğun sebepleri arasında yıllardan beri insanlarımızın "ara rejimlerle" yönetilmesi; konuşmanın, düşünmenin halen daha insani bir hak olarak yasalarda, yönetmeliklerde kabullenilememiş olması da vardır. Ama bütün bu sayılanlar, sayısal olarak bakıldığında toplumun en büyük kesimini oluşturan; mevcut eğitim ve çalışma koşulları içinde haksızlıkların en ağırına, kabasına maruz kalan gençliğin bu sessizliğine mazeret olabilir mi? Cevap net: hiçbir zaman böyle bir mazeret kabul edilemez. Bu gerekçeleri ve benzerlerini kabullenmek, içinde bulunduğumuz koşulun sorumlusu, faili olmayı da peşin peşin üstlenmek demektir. Söz konusu tablonun sorumlusu biz değiliz. Bedelini de bize ödettiremezler!
Ne yapmalı?
Bizim kültürümüz zengindir. Şeyh Bedrettinler'den, Köroğulları'na ve nicelerine bu toprakta yaşayanlar hep dayanışmanın, paylaşımcılığın, aynı doğrular için yan yana mücadele etmenin faziletlerini, güzelliklerini vurgulamışlar; hayatlarıyla, yaptıklarıyla birliğin önemini bizlere defalarca kanıtlamışlardır. Herkesin bildiği bir atasözünde söylendiği gibi: "birlikten kuvvet doğar." İçinde yaşadığımız bu sessizlik ortamının yaratılmasında da, aynı birlikteliğe ulaşamamış olmamamızın büyük bir payı var. Egemen güçler için ezilenlerin birlik ve dayanışmasını ortadan kaldırmak, onların sesini bölerek kısmaya çalışmak ve en nihayetinde de bölüp parçaladıkları bu kitleyi bireysel ve toplumsal anlamda yalnızlaştırmak her dönem uygulanan temel politikalardandır. Tarihe şöyle üstün körü bakılacak olduğunda bu politikanın her dönemde sahnelenmiş olduğu görülür. Ne yazık ki ezilen, sömürülen, haksızlığa uğrayan kitlelerin birlik'te, birliktelik'te ısrarlı olmadığı her dönem egemenlerin zaferine tanık olunmuştur. Eğer sorunlarımız var ve bunları ortadan kaldırmalıyız diyorsak; aynı sorunları paylaşanlarla ortaklaşmak durumundayız. Bunun adı ise örgütlenmektir. Sesimizin boğulmaması, taleplerimizin gerçekleşmesi ancak kuvvetimizin, kütlemizin büyümesiyle; yani örgütlenmeyle gerçekleşecektir.Nasıl bir örgütlenmeye ihtiyacımız var?
Gençliğin çektiği sıkıntıların kaynağında ülkedeki mevcut sistemin eşitliğe, katılımcılığa, kişisel ve toplumsal özgürlüklere kapalı olması yatar. Örneklerimizin sayısı hiç de az değil. Bakın üniversite sınavlarına. On yıldan fazla bir zaman eğitim alıp da sınavı kazanamadığı için her sene milyonlarca genç açıkta kalıyor, bir sonraki seneyi bekliyor. En şanslı yüzde 10-15 içinde olup bir üniversiteye girebilmiş olanlar ise 4-5 senelik okul maratonunun ardından elindeki diplomaya rağmen işine ve geleceğine yönelik her hangi bir garantisi olmadan hayatın ortasında kalıyor. Diğer bir yanda ise sistem tarafından, okuma-yazmaya fırsat bile bulamadan, ocakların, fabrikaların ya da sokakların sağlıksız ortamına terk edilen on milyonlarca genç. Sorunlarımız aynı demiştik. O halde çözüm de büyük ölçüde bir ve aynı diyebiliriz. Türkiye'de yaşayan herhangi bir gencin, adeta bir kangrene dönüşmüş olan problemlerinin temelinde, ülkede hâlihazırda egemenliğini sürdüren köhnemiş, çürümüş ekonomik ve sosyal sistem bulunmaktadır. Bu sistemin adı Kapitalizm. Ülkemizde kapitalist siyasal ve iktisadi ilişkiler sonlanmadan, yaşadığımız bireysel ve toplumsal sıkıntılardan da tam anlamıyla kurtulmamız mümkün değil. Bu anlamda taleplerimizin başında bizi yarınsızlığa mahkum eden kapitalizme ve onun "yan" ürünlerine karşıtlık olmazsa olmaz bir konumda bulunmalı. Gençliğin hak alma mücadelesi sadece mevcut toplumsal düzene karşıtlık üzerine de kurulu olmamalı. Gençliğin vereceği mücadele emeğin hakkının alındığı, eşitlikçi, katılımcı, özgür bir toplum yaratma mücadelesinden bağımsız düşünülmemeli. Böyle bir toplumsal yapının adı ise açıktır: Sosyalizm. Bugün Türkiye'de diğer toplumsal katmanların da ötesinde özellikle biz gençler için sosyalizmin temel amacı olan toplumsal eşitlik ve özgürlük kavramlarına sahip çıkmak göz ardı edilemeyecek bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. Taleplerimizi hayata geçirmek hiçbir zaman tek başına kuru bir söylem ya da eylem işi olamaz. Bizler sözlerimizi hayatın gerçeklerini göz önünde tutarak, düşüncelerimiz ve ideallerimizle bütünlüklü bir şekilde ele almak zorundayız. Aradaki her türlü uyumsuzluk sözlerimizin ve yaptıklarımızın sonuçsuz kalmasına neden olacaktır. Düşüncelerimizi hayata yansıtabilmek ile bunları ne kadar çok sayıda insana ulaştırabildiğimiz arasında kuşkusuz göz ardı edilemeyecek bir orantı var. Toplumsal ölçekte bakıldığında düşünsel ve fiziksel olarak belirli bir çevrenin dışına çıkamamış her düşüncenin kendini dar bir çerçeveyle sınırlandırmış olacağını ve fikirlerini topluma mal etme olanağına ulaşmayacağını görmek zor değil. Bu nedenle gençliğin sesi olacak bir örgütlenmenin mutlaka bir birinden farklı, geniş gençlik kesimlerine ulaşmış; bunların duygu, düşünce ve hayallerine tercüman olacak -diğer bir ifadeyle söyleyecek olursak onları da kapsayan- bir yapısının olması zorunlu. Tarih yığınsallaşamayan, kitlelerle bağ kuramayan her toplumsal muhalefetin sonuçsuz kaldığını bize çok defalar gösterdi.Peki böyle bir projenin güncelliği var mıdır?
Güncelliği vardır ve kanıtı ülkenin bugün içinde bulunduğu koşullardır. Olanaksızlıklarımız, yetersizliklerimiz olduğu gibi; ellerimizin arasında tuttuğumuz onca kazanım ve deneyime de sahibiz. Başta dünyanın çok sayıda ülkesi olmak üzere Türkiye'de de bizden önce bizim söylediklerimizin, düşüncelerimizin belirli ölçülerde de olsa hayata geçtiği deneyimler yaşandı. Ayrıca önümüzde bazı ülkelerde halen daha başarıyla uygulanan çok sayıda örnek de var. Bütün bu deneyimlerin ışığı yolumuzu bir parça daha aydınlatıyor. Olumluluk ve olumsuzluklar listesine elbette ki pek çok şey eklenebilir. Ancak gerçekler hiçbir perdenin arkasına gizlenemeyecek kadar ortada. Her gün yeniden tanığı olduğumuz Türkiye tablosu bütün mazeretlerimizi geçersiz kılacak kadar açık bir şekilde önümüzde duruyor. Ya bireysel ve sosyal haklarımız için birleşerek mücadele edeceğiz ya da kendi yalnızlığı içinde boğulan, her türlü haksızlığın muhatabı, yarınsız "gençler" olmayı kabulleneceğiz. Şıklar gayet net olunca seçim yapması pek zor olmuyor galiba?