Tarih: Haziran 2002 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:1
ABD Çek Elini Ülkemden
11 Eylül'den bu yana, bir terörizmle savaş kampanyasıdır gidiyor. Ağırlıklı olarak gerici islamı hedef aldığı imajı yaratılan bu savaş, gittikçe genişletiliyor. Bir taraftan İsrail eliyle Filistin halkına kan kusturulurken, bir taraftan Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti şer ekseninde gösteriliyor. İçine düştükleri krizden çıkmak için yeni savaşlar çıkarmak, yeni pazarlar ele geçirmek ve ellerindeki pazarları daha fazla sömürmek zorunda olan emperyalistler, görevlerini yerine getirmek için azimli görülüyorlar.
Tarih sahnesine baktığımızda; kan ve göz yaşı dökme konusunda en sabıkalı ülkelerin başında olarak gördüğümüz ABD, yine gözü dönmüş bir şekilde hareket ediyor. Krize giren ekonomisinin motor gücü olan "savunma" sektörünün sıkıntılarına çare ararken, bir yandan da uzun vadeli petrol politikalarını hayata geçirmeye çalışıyor. Orta Asya ve Pakistan'daki askeri varlığını arttırırken, Afganistan'a giren ve oraya konuşlanan ABD Kafkaslarda da boy göstermeye başladı. Öte yandan Venezüella'nın iç işlerine müdahale ederek darbeler düzenliyor. Şu birkaç gün içinde ise Pakistan ve Hindistan ha kanıtladı. Yeryüzünde her şeyi kontrol altında tutabilen, dilediği zaman dilediğini yapabilecek olan bir ABD yok. Bu gerçek kendini Kore Savaşı, Küba Devrimi, Vietnam Halk Savaşı ve Somali Müdahalesi gibi olaylarda kendini defalarca kanıtladı. En son olarak 11 Eylül'ün ardından Venezüella başarısızlıkla sonuçlanan ABD'nin tertiplediği darbe girişiminde karşımıza çıktı. Tüm bunlardan yola çıkarak belirtiyoruz. Bütün ülkelerdeki ilerici güçlerin görevlerinden birinin, başlatılan top yekûn ABD saldırısına karşı top yekûn savaşmak olduğu açıktır. ABD'nin daha fazla kan dökmesine seyirci kalamayız. ABD'yi bir kez daha mahkum etmek zorundayız. Barış başka türlü gerçekleşemeyecektir. Biz gençliğin ülkemizde yaşanan tüm sorunlara karşı politik bir karşı duruşu örgütsel kimliğiyle koyabileceği iddiasını taşıyoruz. Ama bu sözümüzden gençliğin bir partinin ya da örgütün bire bir emirleriyle hareket eden bir kütle olduğu anlamını çıkartmıyoruz. Biz gençliğin bağımsız bir örgütlenmeye sahip olduğunu ve olması gerektiğini iddia ediyoruz. Ama bunu ileri sürerken de, gençliğin ülke gerçeklerinden kopuk yaşayamadığını ve yaşayamayacağını bilerek, onun ülkedeki sorunlardan azade olmadığını bilerek söylüyoruz. Gençliğin kendine özgü sorunlarının olduğunu elbette yaşayarak biliyoruz; ama bu gençliğe mistik bir önem atfettiğimiz anlamına da gelmiyor. Gençliğin bir sınıf olmadığını ve “her” gencin aynı sorunları taşımadığını biliyoruz. Amacımızın bir yığın örgütü kurmak olduğunu söylüyoruz. Dolayısıyla tüm ilericileri, tüm demokratları, tüm devrimcileri, tüm yurtseverleri mümkün olursa aynı çatı altında bir araya getirmek istiyoruz. Ama, aynı zamanda, bu yığın örgütümüzün sosyalist bir öz taşıması gerektiğini de söylüyoruz. İşçi sınıfımızın şu andaki konumunu görüyoruz. Kendi haline bırakılmış bir işçi kitlesinin sistemin en geri unsurlarını içinde barındırabileceğinin de farkındayız. Buna rağmen, gençliğin işçi sınıfıyla birliğinin sağlanmasının olmazsa olmaz olduğunu da iddia ediyoruz. Gençlik hareketinin köksüz olmadığını biliyoruz. Kendimizi çok önemsiyoruz, ancak, tarihi kendimizle başlatmıyoruz. Ülkemizin bir zamanlar emperyalist işgal yaşadığını biliyoruz. Günümüzde aynı işgalin İMF’siyle, Dünya Bankasıyla ekonomik ve siyasal alanda sürdüğünü da görüyoruz. Bu nedenle, gençlik hareketinin anti-emperyalist, anti-kapitalist devrimci geleneğinin savunulmasının vazgeçilmez ilkelerimiz arasında olduğunun da bilincindeyiz. Gençliğin ekonomik, toplumsal ve siyasal hakları için verdiğimiz mücadelenin emekçilerimizin hakları için verilenden bağımsız olmadığının da bilincindeyiz. Okullarda fabrikalarda, kırlarda yaptığımız gençliğe dair her iş, doğrudan emekçilerimizin de yararına olacaktır; biliyoruz. Sanatı severiz; kültür insanlarımızı, edebiyatçılarımızı, hele hele işçi sınıfının sanatçılarını bağrımıza basarız. Ama sanatçıyı gökyüzünde bir yerlere yerleştirmeyiz. Sanatın toplumsal mücadeleden ayrılamayacağını görürüz. Bu anlamıyla, örneğin, açlık grevlerinin, ölüm oruçlarının, F-tipi zindanların sanatla iç içe olduğunu da biliriz. Kadınla erkekli gençleriz. Kadın erkek arasında ayrım nedir elbette bilmeyiz. Ama bu durum, erkek egemen bir toplumda yaşadığımızı, cinsiyetçi ve kadını ezen bir bakışa sahip siyasal ve kültürel alışkanlıkların olduğunu görmemizi engellemez. Yurtseveriz; bu ülke bizim; bu ülkeyi en çok derdini çekenler sever. Bu özelliğimizden vazgeçemeyiz. Ama, dünya gençliği ile dayanışma ilkemizin çok önemli olduğunun bilinmesini isteriz. Kısaca, aslında bu kadar uzun anlatmamıza da gerek yok diyebiliriz. Ana ilkemizi, hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimiz şiarımızı söylemek yeter.
Tarih sahnesine baktığımızda; kan ve göz yaşı dökme konusunda en sabıkalı ülkelerin başında olarak gördüğümüz ABD, yine gözü dönmüş bir şekilde hareket ediyor. Krize giren ekonomisinin motor gücü olan "savunma" sektörünün sıkıntılarına çare ararken, bir yandan da uzun vadeli petrol politikalarını hayata geçirmeye çalışıyor. Orta Asya ve Pakistan'daki askeri varlığını arttırırken, Afganistan'a giren ve oraya konuşlanan ABD Kafkaslarda da boy göstermeye başladı. Öte yandan Venezüella'nın iç işlerine müdahale ederek darbeler düzenliyor. Şu birkaç gün içinde ise Pakistan ve Hindistan ha kanıtladı. Yeryüzünde her şeyi kontrol altında tutabilen, dilediği zaman dilediğini yapabilecek olan bir ABD yok. Bu gerçek kendini Kore Savaşı, Küba Devrimi, Vietnam Halk Savaşı ve Somali Müdahalesi gibi olaylarda kendini defalarca kanıtladı. En son olarak 11 Eylül'ün ardından Venezüella başarısızlıkla sonuçlanan ABD'nin tertiplediği darbe girişiminde karşımıza çıktı. Tüm bunlardan yola çıkarak belirtiyoruz. Bütün ülkelerdeki ilerici güçlerin görevlerinden birinin, başlatılan top yekûn ABD saldırısına karşı top yekûn savaşmak olduğu açıktır. ABD'nin daha fazla kan dökmesine seyirci kalamayız. ABD'yi bir kez daha mahkum etmek zorundayız. Barış başka türlü gerçekleşemeyecektir. Biz gençliğin ülkemizde yaşanan tüm sorunlara karşı politik bir karşı duruşu örgütsel kimliğiyle koyabileceği iddiasını taşıyoruz. Ama bu sözümüzden gençliğin bir partinin ya da örgütün bire bir emirleriyle hareket eden bir kütle olduğu anlamını çıkartmıyoruz. Biz gençliğin bağımsız bir örgütlenmeye sahip olduğunu ve olması gerektiğini iddia ediyoruz. Ama bunu ileri sürerken de, gençliğin ülke gerçeklerinden kopuk yaşayamadığını ve yaşayamayacağını bilerek, onun ülkedeki sorunlardan azade olmadığını bilerek söylüyoruz. Gençliğin kendine özgü sorunlarının olduğunu elbette yaşayarak biliyoruz; ama bu gençliğe mistik bir önem atfettiğimiz anlamına da gelmiyor. Gençliğin bir sınıf olmadığını ve “her” gencin aynı sorunları taşımadığını biliyoruz. Amacımızın bir yığın örgütü kurmak olduğunu söylüyoruz. Dolayısıyla tüm ilericileri, tüm demokratları, tüm devrimcileri, tüm yurtseverleri mümkün olursa aynı çatı altında bir araya getirmek istiyoruz. Ama, aynı zamanda, bu yığın örgütümüzün sosyalist bir öz taşıması gerektiğini de söylüyoruz. İşçi sınıfımızın şu andaki konumunu görüyoruz. Kendi haline bırakılmış bir işçi kitlesinin sistemin en geri unsurlarını içinde barındırabileceğinin de farkındayız. Buna rağmen, gençliğin işçi sınıfıyla birliğinin sağlanmasının olmazsa olmaz olduğunu da iddia ediyoruz. Gençlik hareketinin köksüz olmadığını biliyoruz. Kendimizi çok önemsiyoruz, ancak, tarihi kendimizle başlatmıyoruz. Ülkemizin bir zamanlar emperyalist işgal yaşadığını biliyoruz. Günümüzde aynı işgalin İMF’siyle, Dünya Bankasıyla ekonomik ve siyasal alanda sürdüğünü da görüyoruz. Bu nedenle, gençlik hareketinin anti-emperyalist, anti-kapitalist devrimci geleneğinin savunulmasının vazgeçilmez ilkelerimiz arasında olduğunun da bilincindeyiz. Gençliğin ekonomik, toplumsal ve siyasal hakları için verdiğimiz mücadelenin emekçilerimizin hakları için verilenden bağımsız olmadığının da bilincindeyiz. Okullarda fabrikalarda, kırlarda yaptığımız gençliğe dair her iş, doğrudan emekçilerimizin de yararına olacaktır; biliyoruz. Sanatı severiz; kültür insanlarımızı, edebiyatçılarımızı, hele hele işçi sınıfının sanatçılarını bağrımıza basarız. Ama sanatçıyı gökyüzünde bir yerlere yerleştirmeyiz. Sanatın toplumsal mücadeleden ayrılamayacağını görürüz. Bu anlamıyla, örneğin, açlık grevlerinin, ölüm oruçlarının, F-tipi zindanların sanatla iç içe olduğunu da biliriz. Kadınla erkekli gençleriz. Kadın erkek arasında ayrım nedir elbette bilmeyiz. Ama bu durum, erkek egemen bir toplumda yaşadığımızı, cinsiyetçi ve kadını ezen bir bakışa sahip siyasal ve kültürel alışkanlıkların olduğunu görmemizi engellemez. Yurtseveriz; bu ülke bizim; bu ülkeyi en çok derdini çekenler sever. Bu özelliğimizden vazgeçemeyiz. Ama, dünya gençliği ile dayanışma ilkemizin çok önemli olduğunun bilinmesini isteriz. Kısaca, aslında bu kadar uzun anlatmamıza da gerek yok diyebiliriz. Ana ilkemizi, hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimiz şiarımızı söylemek yeter.