Tarih: Eylül 2007 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:14
seçimlerin ardından: UMUT DA VAR, GÖREV DE!

2 Temmuz genel seçimleri geride kaldı. Seçim öncesinde yapılan tahminlere göre yeni parlamentoda kimlerin olacağı belli gibiydi. AKP yine birinci parti olacak, CHP ve ardından da MHP barajı aşarak yeni mecliste yer alacaktı. Seçime öncesinde bilinen bir gerçek daha vardı ki o da azımsanmayacak sayıdaki DTP'li ile sosyalist örgütlü adayların bağımsız milletvekili olarak meclise gireceğiydi. Bağımsızların meclise girmesini engellemek için sistem kurumları ellerinden geleni yaptılar. Oy pusulalarından tutun da, bildik sandık kaçırma hikayelerine kadar denenmeyen oyun kalmadı. Bağımsızların kazanma ihtimalinin yüksek olduğu pek çok ilde seçmeni aldatmak için çok sayıda bağımsız aday çıkartmak da bunlardan birisiydi. Son anda adaletsiz bir şekilde seçim sonuçlarının değiştirildiği Hakkari'de seçime bağımsız olarak katılan adaylardan bazılarının yurdun çeşitli yerlerinde halen askerlik yapan kişiler olduğu ortaya çıktı. Ancak türlü türlü hilelere rağmen Türk ve Kürt emekçileri "Bin Umut Adaylarını" meclise taşımayı başardı. Oyun bir kez daha bozuldu.
Militarizmin gemisi batmasa da su aldı!
22 Temmuz saat 19.00'da ilk sonuçların alınmasıyla birlikte genel bir şaşkınlık yaşandı. Bunun kaynağı kuşkusuz ülke ortalamasında AKP'nin aldığı %50'lik oy oranıydı. Nihayet gece yarısına doğru sandıkların tamamına yakınının okunmasıyla birlikte AKP "zaferini" gayri resmi de olsa ilan etmiş bulunuyordu.
27 Nisan askeri müdahalesiyle -ya da egemen medyanın pek sevdiği şekliyle söyleyecek olursak e-muhtırayla- birlikte askeri bürokrasi, görüntüde sivil bir takım çevreleri de yanına alarak cumhurbaşkanlığı seçimini provake etmiş ve erken seçime giden sürecin önünü açmıştı. Hesap son derece basitti: sistemin sadık bekçi köpeği MHP etkin bir şekilde meclise sokulacaktı. Ancak çok daha önemlisi üstünde zaten eğreti duran sol gömleği çıkartmış ve tam anlamıyla militarize olmuş bir merkez partisi olarak CHP iktidara getirilecek şayet bu mümkün olamaz ise meclisteki koltuk dengesi itibarıyla AKP'yi nötralize edebilecek bir güce ulaştırılacaktı. Böylece AKP'nin önü tıkanacaktı. Cumhuriyet Mitingleri tam da bu plan ekseninde deveye sokulmuştu.
Askeri bürokrasi temsilcileri açısından sonunda AKP'nin siyasi etkisini kaybetmesine neden olacak bir sürecin önü açılacaksa bunun için bir süreliğine de olsa siyasi istikrardan fedakarlık etmek mümkündü. Zira bu ekibin kendini -biraz fazlaca abartılı olarak- iddialı gördüğü temel alanın bizzat kriz yönetimi ve psikolojik harekat yöntemleri olduğu bilinen bir gerçek. Fakat hepimizin izlediği gibi hesap yine tutmadı. Militarist, milliyetçi cephenin A planı boşa çıktı. Bu kliğin doğrudan yada dolaylı etkisi altında olan onlarca gazete ve televizyondan yapılan yayınlara, çağrılara rağmen geniş halk kitleleri darbe tehdidine aldırış etmedi. Asker devlet ve en güvenilen kurum demagojisi bir kez daha yara aldı.
Seçimin gerçek galibi patronların partisi!
Seçim sonuçlarının belli olduğu günün sabahından başlayarak yazılı ve görsel basında AKP'nin %46,5 oyuyla ilgili ayrıntılı analizler çıkmaya başladı. Çoğu iktidar yağdanlığına soyunan yorumcuların hemen hepsi; son seçimlerde AKP'nin çok farklı gelir ve kültür tabakalarından eşit oranda oy almayı başardığını ve bu görüntüsüyle sistemin yıllardır özlemini çektiği merkez partisi olmayı hakkettiği ilan etmekte gecikmediler. Ne kadar ironik bir çelişkidir ki, bu yorumları okuduktan sonra insanın bir an için, daha düne kadar siyasal İslam'ın temsilcisi denilen AKP'nin Kemalist ideolojinin en belirgin argümanlarından biri olan "sınıfsız, kaynaşmış tek millet" söylemine, ermiş olduğuna inanası geliyor.
Çoğunluğu örneklem usulüyle yapılan saha anketlerine dayanan yorumlarda görülmeyen, görülmek de istenmeyen gerçek bambaşka: AKP bu seçimlere girerken; ordunun açık müdahalesi ve bir kısım "cumhuriyet aydının" muhalefeti karşısında yanında çok güçlü bir müttefiki vardı. Bu güç yerel ve uluslararası sermeye gruplarından başkası değildi elbette. Burjuva devlet geleneği bozulmadı ve son söz yine patronların oldu. Seçimden önce ve sonra özellikle TÜSİAD cephesinden gelen açıklama ve yorumlar dikkatle izlendiğinde AKP'ye seçimi Recep Tayip Erdoğan'ın değil, patronların kazandırmış olduğu açıkça görülmektedir. AKP yine aynı ekip tarafından şişirilen "ekonomik istikrar ve büyüme" balonu sayesinde iktidar tepesinin doruklarına taşınmıştır.
Biz raundu değil ringin kendisini alacağız!
Seçim sonuçlarının ardından tabloya soldan veya "laik cepheden" bakmak iddiasında olan bir takım çevrelere de değinmemek olmayacak. Seçkinci kimi aydınlarımız, kendilerinden de beklendiği üzere, seçimin ardından suçluyu bulmakta gecikmedi: "bu halk adam olmaz kardeşim, gitti yine AKP'ye oy verdi" lafları bu çevrelerin favori söylemi oldu. Hatta seçim öncesi dönemde televizyon ekranlarından orduyu göreve çağırmakta beis görmeyen Tuncay Özkan açık açık "bu halk AKP'ye oy verdi öyleyse ben de bundan böyle halk düşmanıyım" bile dedi. Malumu ilanın ne gereği varsa!
Sosyalistler ve ilericiler olarak seçim sürecinde hiçbir şekilde desteklemediğimiz Baskın Oran da sonuçları değerlendirirken, meclise girmemesiyle ilgili olarak: "ezber bozacağız dedik ama kendi arkadaşlarımızın (herhalde kendisini desteklemeyen sosyalistleri de kastediyor!) ezberini bozamadık" diye yakınıyor. Bir takım seçkinci aydınların geçmişten beri yaptığı gibi seçim sonuçlarından sadece halkı sorumlu tutmak; halkın ne kadar cahil ve çıkar düşkünü olduğunu söylemek de, bu kategoridekilere kendi temsilcisi sıfatını bahşetmek de ilericilerin en son yapacağı iştir.
Militarist ekibin bir diğer üyesi İşçi Partisi lideri Perinçek ise seçim sonuçlarını uzun uzadıya değerlendirdiği yazısında "artık Türk Milleti'nin tek bir dayanağı kalmıştır o da ordusudur" büyük tespitini yapıyor! Sosyalistler olarak zaten kulvarlarımızın hiçbir şekilde kesişmediği ve kesişmeyeceği bu gibi çevrelere biraz siyasi ahlak ve zihin açıklığı dilemekten başka tavsiyemiz olamaz. Zira hızla yukarıda sayılanlarla aynı kulvara giren SİP/Yurtsever Cephe ise seçim sonuçlarını değerlendirdiği açıklamasında peşin peşin yenilgiyi kabul ederken "para babaları bu raundu da aldı" gibi son derece apolitik, çaresizlik kokan bir söylem ortaya attı. Anlaşılan o ki SİP/Yurtsever Cephe kendi örgütsel kitlesi ve sempatizanlarını büyük bir beklentiye sokmuş. Oysa ki bizler açısından seçimler toplumsal devrim sürecinin sadece ara durakları olup öncelikle kitlelere ulaşmak ve dahası egemen sınıflarının iki yüzlülüğünü teşhir noktasında sunduğu olanaklar çerçevesinde değerlidir. Çalışmamızın, beynimizin merkezinde ekonomik ve siyasal devrim vardır. Başka bir şey değil! İşte Bin Umut adayları ve bağımsız örgütlü sosyalist adayları meclise taşıyabilme iradesi de tam bu noktada önem arz etmiştir.
Bu bağlamda sosyalistlerin temel meselesi burjuvazi karşısında raunt almak değil onun ayağını bastığı zemini yani ringin kendisini ele geçirmektir. Burjuvaziye karşı girişilen mücadelenin özü budur. Bu arada eğer gerçekten iş raunt hesabına dökülecekse Türk ve Kürt emekçileri uzun bir aradan sonra ortak adaylarını meclise taşıyarak burjuvazinin suratına esaslı bir yumruk patlatmıştır. Anlaşılan o ki SİP/Yurtsever Cephe bu sayıyı saymaya da pek yanaşmamaktadır. Ne diyelim bir daha ki seçime kadar yoları açık olsun.
Oy pusulasının gösterdikleri
Türkçe son derece güzel olanaklara sahip bir dil. Kinayeye, anlam çeşitliliğine çok açık bir yapısı var. Bu yönüyle düşünülecek olduğunda 22 Temmuz günü AKP'yi iktidara taşıyan oy pusulalarının ilericiler açısından da bir takım işaretler ve izler gösterdiğini söylemek yanlış olmayacak. Rahatça belirtebiliriz ki AKP mevcut emekçi düşmanı, Amerikancı, teslimiyetçi politikalarıyla ulusal ve uluslararası ölçekte halklara yeni hiç bir şey vaat edememektedir. Dahası adaletsiz vergi ve ücret politikaları, savaş destekçiliği gibi somut uygulamalarıyla da önümüzdeki dönem için daha derin siyasal ve ekonomik krizlerin kapısını aralamaktadır. Bu noktada özellikle Bin Umut adaylarına ve onları meclise taşıyan ortak iradeye de büyük görevler düşmektedir. Örgütlü bağımsız adayların Kürt sorununda olduğu gibi anti emperyalizm başlığında ve emekçi düşmanı politikalar karşısında da etkin ve berrak bir karşı duruşu ortaya koyması beklenmeli dahası talep edilmelidir. Somut alanda böyle bir iradenin geliştirilmesi noktasında meclis dışındaki muhalif/ilerici güçlerin de daha fazla desteğinin gerekeceği açıktır. Aksi takdirde Bin Umut adayları burjuva politika arenasının dikenli yollarında yalnız bırakılmış olacaktır ki bu ilerici güçlerin en son yapması gerekendir. Seçimler sonucunda birkaç basamak çıkılmış olsa da yürünecek yol asıl bundan sonra başlamıştır.
Sonuç olarak genel manzaraya kendi açımızdan bakacak olduğumuzda söylemeliyiz ki: 22 Temmuz seçimleri devrimin, devrimcinin ve nihayetinde bu idealler etrafında örgütlenen ilerici gençlerin gerçeğini değiştirmemiş olsa olsa biraz daha belirginleştirmiştir. Etkili ve örgütlü mücadele yürütüldüğünde egemen sistem karşısında yeni mevzilere ulaşmak son derece mümkündür. Nihayetinde siyasal yapılanmanın legal anlamda en üst basamağı olan meclise dahi ulaşmak mümkün olmuştur. Bu bir kez daha göstermiştir ki üniversiteler, iş yerleri, mahalleler ve halkın, gençlerin olduğu her yer ilericilerin ilgi alanı olmalıdır. Bütün bu alanlara rengimiz çalmak ödevimizidir. Son seçimlerin belki de bize yüklediği en önemli görev evlerimizde, okullarımızda, iş yerlerimizde sosyalizmi daha yüksek sesle seslendirmek ve örgütlülüğümüze daha sıkı sarılarak onu yükseltmek olacaktır. Bizler hiçbir zaman umutsuzluk denen hastalığın pençesine düşmedik. Büyük düşlerimizi gerçekleştirmeye yeter miktarda umudumuz hep vardı. Bugün de fazlasıyla var! Görevimiz de hep vardı; ama şimdi çok daha fazlasıyla var!
Militarizmin gemisi batmasa da su aldı!
22 Temmuz saat 19.00'da ilk sonuçların alınmasıyla birlikte genel bir şaşkınlık yaşandı. Bunun kaynağı kuşkusuz ülke ortalamasında AKP'nin aldığı %50'lik oy oranıydı. Nihayet gece yarısına doğru sandıkların tamamına yakınının okunmasıyla birlikte AKP "zaferini" gayri resmi de olsa ilan etmiş bulunuyordu.
27 Nisan askeri müdahalesiyle -ya da egemen medyanın pek sevdiği şekliyle söyleyecek olursak e-muhtırayla- birlikte askeri bürokrasi, görüntüde sivil bir takım çevreleri de yanına alarak cumhurbaşkanlığı seçimini provake etmiş ve erken seçime giden sürecin önünü açmıştı. Hesap son derece basitti: sistemin sadık bekçi köpeği MHP etkin bir şekilde meclise sokulacaktı. Ancak çok daha önemlisi üstünde zaten eğreti duran sol gömleği çıkartmış ve tam anlamıyla militarize olmuş bir merkez partisi olarak CHP iktidara getirilecek şayet bu mümkün olamaz ise meclisteki koltuk dengesi itibarıyla AKP'yi nötralize edebilecek bir güce ulaştırılacaktı. Böylece AKP'nin önü tıkanacaktı. Cumhuriyet Mitingleri tam da bu plan ekseninde deveye sokulmuştu.
Askeri bürokrasi temsilcileri açısından sonunda AKP'nin siyasi etkisini kaybetmesine neden olacak bir sürecin önü açılacaksa bunun için bir süreliğine de olsa siyasi istikrardan fedakarlık etmek mümkündü. Zira bu ekibin kendini -biraz fazlaca abartılı olarak- iddialı gördüğü temel alanın bizzat kriz yönetimi ve psikolojik harekat yöntemleri olduğu bilinen bir gerçek. Fakat hepimizin izlediği gibi hesap yine tutmadı. Militarist, milliyetçi cephenin A planı boşa çıktı. Bu kliğin doğrudan yada dolaylı etkisi altında olan onlarca gazete ve televizyondan yapılan yayınlara, çağrılara rağmen geniş halk kitleleri darbe tehdidine aldırış etmedi. Asker devlet ve en güvenilen kurum demagojisi bir kez daha yara aldı.
Seçimin gerçek galibi patronların partisi!
Seçim sonuçlarının belli olduğu günün sabahından başlayarak yazılı ve görsel basında AKP'nin %46,5 oyuyla ilgili ayrıntılı analizler çıkmaya başladı. Çoğu iktidar yağdanlığına soyunan yorumcuların hemen hepsi; son seçimlerde AKP'nin çok farklı gelir ve kültür tabakalarından eşit oranda oy almayı başardığını ve bu görüntüsüyle sistemin yıllardır özlemini çektiği merkez partisi olmayı hakkettiği ilan etmekte gecikmediler. Ne kadar ironik bir çelişkidir ki, bu yorumları okuduktan sonra insanın bir an için, daha düne kadar siyasal İslam'ın temsilcisi denilen AKP'nin Kemalist ideolojinin en belirgin argümanlarından biri olan "sınıfsız, kaynaşmış tek millet" söylemine, ermiş olduğuna inanası geliyor.
Çoğunluğu örneklem usulüyle yapılan saha anketlerine dayanan yorumlarda görülmeyen, görülmek de istenmeyen gerçek bambaşka: AKP bu seçimlere girerken; ordunun açık müdahalesi ve bir kısım "cumhuriyet aydının" muhalefeti karşısında yanında çok güçlü bir müttefiki vardı. Bu güç yerel ve uluslararası sermeye gruplarından başkası değildi elbette. Burjuva devlet geleneği bozulmadı ve son söz yine patronların oldu. Seçimden önce ve sonra özellikle TÜSİAD cephesinden gelen açıklama ve yorumlar dikkatle izlendiğinde AKP'ye seçimi Recep Tayip Erdoğan'ın değil, patronların kazandırmış olduğu açıkça görülmektedir. AKP yine aynı ekip tarafından şişirilen "ekonomik istikrar ve büyüme" balonu sayesinde iktidar tepesinin doruklarına taşınmıştır.
Biz raundu değil ringin kendisini alacağız!
Seçim sonuçlarının ardından tabloya soldan veya "laik cepheden" bakmak iddiasında olan bir takım çevrelere de değinmemek olmayacak. Seçkinci kimi aydınlarımız, kendilerinden de beklendiği üzere, seçimin ardından suçluyu bulmakta gecikmedi: "bu halk adam olmaz kardeşim, gitti yine AKP'ye oy verdi" lafları bu çevrelerin favori söylemi oldu. Hatta seçim öncesi dönemde televizyon ekranlarından orduyu göreve çağırmakta beis görmeyen Tuncay Özkan açık açık "bu halk AKP'ye oy verdi öyleyse ben de bundan böyle halk düşmanıyım" bile dedi. Malumu ilanın ne gereği varsa!
Sosyalistler ve ilericiler olarak seçim sürecinde hiçbir şekilde desteklemediğimiz Baskın Oran da sonuçları değerlendirirken, meclise girmemesiyle ilgili olarak: "ezber bozacağız dedik ama kendi arkadaşlarımızın (herhalde kendisini desteklemeyen sosyalistleri de kastediyor!) ezberini bozamadık" diye yakınıyor. Bir takım seçkinci aydınların geçmişten beri yaptığı gibi seçim sonuçlarından sadece halkı sorumlu tutmak; halkın ne kadar cahil ve çıkar düşkünü olduğunu söylemek de, bu kategoridekilere kendi temsilcisi sıfatını bahşetmek de ilericilerin en son yapacağı iştir.
Militarist ekibin bir diğer üyesi İşçi Partisi lideri Perinçek ise seçim sonuçlarını uzun uzadıya değerlendirdiği yazısında "artık Türk Milleti'nin tek bir dayanağı kalmıştır o da ordusudur" büyük tespitini yapıyor! Sosyalistler olarak zaten kulvarlarımızın hiçbir şekilde kesişmediği ve kesişmeyeceği bu gibi çevrelere biraz siyasi ahlak ve zihin açıklığı dilemekten başka tavsiyemiz olamaz. Zira hızla yukarıda sayılanlarla aynı kulvara giren SİP/Yurtsever Cephe ise seçim sonuçlarını değerlendirdiği açıklamasında peşin peşin yenilgiyi kabul ederken "para babaları bu raundu da aldı" gibi son derece apolitik, çaresizlik kokan bir söylem ortaya attı. Anlaşılan o ki SİP/Yurtsever Cephe kendi örgütsel kitlesi ve sempatizanlarını büyük bir beklentiye sokmuş. Oysa ki bizler açısından seçimler toplumsal devrim sürecinin sadece ara durakları olup öncelikle kitlelere ulaşmak ve dahası egemen sınıflarının iki yüzlülüğünü teşhir noktasında sunduğu olanaklar çerçevesinde değerlidir. Çalışmamızın, beynimizin merkezinde ekonomik ve siyasal devrim vardır. Başka bir şey değil! İşte Bin Umut adayları ve bağımsız örgütlü sosyalist adayları meclise taşıyabilme iradesi de tam bu noktada önem arz etmiştir.
Bu bağlamda sosyalistlerin temel meselesi burjuvazi karşısında raunt almak değil onun ayağını bastığı zemini yani ringin kendisini ele geçirmektir. Burjuvaziye karşı girişilen mücadelenin özü budur. Bu arada eğer gerçekten iş raunt hesabına dökülecekse Türk ve Kürt emekçileri uzun bir aradan sonra ortak adaylarını meclise taşıyarak burjuvazinin suratına esaslı bir yumruk patlatmıştır. Anlaşılan o ki SİP/Yurtsever Cephe bu sayıyı saymaya da pek yanaşmamaktadır. Ne diyelim bir daha ki seçime kadar yoları açık olsun.
Oy pusulasının gösterdikleri
Türkçe son derece güzel olanaklara sahip bir dil. Kinayeye, anlam çeşitliliğine çok açık bir yapısı var. Bu yönüyle düşünülecek olduğunda 22 Temmuz günü AKP'yi iktidara taşıyan oy pusulalarının ilericiler açısından da bir takım işaretler ve izler gösterdiğini söylemek yanlış olmayacak. Rahatça belirtebiliriz ki AKP mevcut emekçi düşmanı, Amerikancı, teslimiyetçi politikalarıyla ulusal ve uluslararası ölçekte halklara yeni hiç bir şey vaat edememektedir. Dahası adaletsiz vergi ve ücret politikaları, savaş destekçiliği gibi somut uygulamalarıyla da önümüzdeki dönem için daha derin siyasal ve ekonomik krizlerin kapısını aralamaktadır. Bu noktada özellikle Bin Umut adaylarına ve onları meclise taşıyan ortak iradeye de büyük görevler düşmektedir. Örgütlü bağımsız adayların Kürt sorununda olduğu gibi anti emperyalizm başlığında ve emekçi düşmanı politikalar karşısında da etkin ve berrak bir karşı duruşu ortaya koyması beklenmeli dahası talep edilmelidir. Somut alanda böyle bir iradenin geliştirilmesi noktasında meclis dışındaki muhalif/ilerici güçlerin de daha fazla desteğinin gerekeceği açıktır. Aksi takdirde Bin Umut adayları burjuva politika arenasının dikenli yollarında yalnız bırakılmış olacaktır ki bu ilerici güçlerin en son yapması gerekendir. Seçimler sonucunda birkaç basamak çıkılmış olsa da yürünecek yol asıl bundan sonra başlamıştır.
Sonuç olarak genel manzaraya kendi açımızdan bakacak olduğumuzda söylemeliyiz ki: 22 Temmuz seçimleri devrimin, devrimcinin ve nihayetinde bu idealler etrafında örgütlenen ilerici gençlerin gerçeğini değiştirmemiş olsa olsa biraz daha belirginleştirmiştir. Etkili ve örgütlü mücadele yürütüldüğünde egemen sistem karşısında yeni mevzilere ulaşmak son derece mümkündür. Nihayetinde siyasal yapılanmanın legal anlamda en üst basamağı olan meclise dahi ulaşmak mümkün olmuştur. Bu bir kez daha göstermiştir ki üniversiteler, iş yerleri, mahalleler ve halkın, gençlerin olduğu her yer ilericilerin ilgi alanı olmalıdır. Bütün bu alanlara rengimiz çalmak ödevimizidir. Son seçimlerin belki de bize yüklediği en önemli görev evlerimizde, okullarımızda, iş yerlerimizde sosyalizmi daha yüksek sesle seslendirmek ve örgütlülüğümüze daha sıkı sarılarak onu yükseltmek olacaktır. Bizler hiçbir zaman umutsuzluk denen hastalığın pençesine düşmedik. Büyük düşlerimizi gerçekleştirmeye yeter miktarda umudumuz hep vardı. Bugün de fazlasıyla var! Görevimiz de hep vardı; ama şimdi çok daha fazlasıyla var!