Tarih: Kasım-Aralık 2006 | Sayı:
İlerici Gençlik Sayı:13
Vurun Kahpeye (!!!)

Takvim sayfaları hızla ilerlerken cinsiyet ayrımcılığı ve kadına yönelik şiddet olayları toplumsal bir sorun olarak karşımızda durmaya devam ediyor. İnsanlığın ilerleyişi yılların ilerleyişi kadar hızlı olamıyor elbette. İşte yine bir 25 Kasım haftasına yaklaşmış bulunuyoruz. Türkiye'de ise kadınlar açısından durum yine pek parlak sayılmaz. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Ve Dayanışma Günü'ne haftalar kala gazete sütunlarında töre cinayetlerine kurban giden genç kadınlarımızın ölüm haberlerini okumak hepimizi sarstı. Bu yazıyı töre cinayetleriyle hayatlarını kaybetmiş bütün kadınlarımıza adıyorum.
Hayatın her alanında ikincil durumda bırakılan kadınlar şiddet olaylarının birincil muhatapları konumunda ne yazık ki. Kadına yönelik şiddet farklı biçim ve alanlarda karşımıza çıkıyor. Kadınlar hem ekonomik, hem fiziksel hem de psikolojik alanda şiddete maruz kalıyor. Elbette tüm bu şiddet olaylarına zemin hazırlayan, sınıflı toplumlarda kaçınılmaz olarak varolan erkek egemen toplumsal düzenin, toplumsal hayatta kadın ve erkeğe biçtiği roller. Bu yazıda kadına yönelik şiddet olayları ve bu toplumsal roller üzerinde durmaya çalışacağım.
Kadınlar eve mahkum edilmiş ve toplumsal hayattan soyutlanmış olmaları sebebiyle toplumun en fakir kesimini oluşturuyor. Kapitalist sistem pazarda ucuz işgücünü artırmak istediği için kadınların üretime katılımları konusunda çığırtkanlık yapsa da, bu alanda feodal ilişkilerden tamamıyla kurtulamadığı için olsa gerek, ekonomik bağımsızlığı olmayan, hayatını evlendiği erkeğe bağımlı olarak sürdüren binlerce kadın var ülkemizde. Kapitalist devlet aslında işsiz olan bu kadınlarımızı "ev kadını" olarak tanımlıyor. Ev kadını olarak adlandırılan yüzlerce kadının işsiz olduğunu kabul etmenin sistem için ne kadar zorlayıcı olduğunu tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Bu, zaten sayısı milyonları bulan işsiz ordusuna yeni katılımlar demek olur. Böylece kapitalizmin krizleri daha da derinleşir.
Ev içi şiddete en çok maruz kalan kesimi bu kadınlar oluşturuyor ve şiddete karşı koymak ekonomik yoksunluklar sebebiyle mümkün olmuyor. Kadınlar kendi hayatlarını idame ettirecek ne güce ne de toplumsal desteğe sahip. Ataerkil toplumlarda boşanmış, "dul" bir kadın olarak yaşamak da toplumsal şiddetin bir başka boyutu. Bu konunun bir tarafı. Diğer tarafı ise, toplumsal üretime katılan, işçi kadınların uğradığı şiddet. Kadın emeği kapitalist üretim ilişkileri içinde erkek emeğine rakip ve ucuz işgücü konumunda. Tam da bu yüzden erkeklerle eşit iş yapmalarına rağmen daha az ücrete tabi tutuluyorlar. Böylece kadınlar evin geçiminde ancak yedek güç olarak kalıyorlar. Bu yolla kapitalist sistem çalışan kadınları da erkeklere bağımlı kılıyor, toplumsal eşitsizlikleri derinleştiriyor, kangrene çeviriyor. Dolayısıyla ekonomik şiddet, diğer şiddet biçimlerine de kaynaklık ediyor denebilir. Ev yaşamında çocuk bakımı, ev işleri gibi sorumluluklar altında ezilen emekçi kadınlar, çalışma yaşamında da eşitsizliklere ve ayrımcılıklara maruz kalıyor. Kadınlarımızın kimlikleri, özgüvenleri, umutları kapitalizmin dişlileri arasında iki kat daha fazla öğütülüyor.
Kadına yönlendirilen şiddet olaylarının bir diğer sebebinin de kadın ve erkeğe biçilen toplumsal roller olduğundan daha önce söz etmiştim. Ataerkil toplumsal düzen kadını eve kapamış, erkekle arasına kalın bir çizgi çekmiştir. Erkeği kadından üstün gören bu anlayış, kadın bedenini erkeğin malı yapmıştır. Dolayısıyla kadının bedeninden, "namus"undan erkek sorumludur. Altını çizmek istediğim şey bir cinsin diğerinden aşağı görülmesinin doğuracağı sonuçlar kadar, bu zihniyetin ilham aldığı ideolojik temeldir. Eğer bir cinsiyeti, bir insan ırkını, ulusu vs. diğerinden aşağı görüyorsanız ona yapamayacağınız şey yoktur. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı (II. Dünya Savaşı) sırasında Hitler faşizminin Alman ırkından aşağı gördüğü insanlara yaptıklarını hatırlamak yerinde olacaktır. Günümüzde İsrail ve Amerika'nın yanı başımızda yaptıkları da özünde aynı değil midir?
Kadına yönelik şiddet konusunu birçok boyutuyla ele almak mümkün. Ancak burada önemli olan sorunu nasıl analiz ettiğimiz dolayısıyla da çözümü nasıl ortaya koyduğumuzdur. Kadının özgürleşmesi sorunu bir sistem sorunudur. Kadına yönelik şiddetin temelinde kapitalizmin yarattığı ekonomik eşitsizlikler ve yozlaşmış toplumsal ilişkiler yatmaktadır. Dolayısıyla kadın mücadelesi, anti- kapitalist mücadeleye göbekten bağlıdır.Toplumsal yaşamın her alanında yaşanan şiddet gibi kadına yönelik şiddet de ancak sınıfsal sömürünün olmadığı, her türlü ayrımcılık ve eşitsizliğin ortadan kalktığı bir toplumda tamamen yok edilebilir. Kuşkusuz bu, şiddet sorununa karşı kapitalizm içinde bir mücadele yürütülemeyeceği anlamına gelmez. Bu sistem içinde kadınlar sınıf mücadelesinden kopmadan, kendi öz örgütlülüklerini yaratarak açlığa, sömürüye, yoksulluğa ve şiddete karşı mücadele etmeliler. Kurtuluşumuz ellerimizde!
> Bengü Günay
Hayatın her alanında ikincil durumda bırakılan kadınlar şiddet olaylarının birincil muhatapları konumunda ne yazık ki. Kadına yönelik şiddet farklı biçim ve alanlarda karşımıza çıkıyor. Kadınlar hem ekonomik, hem fiziksel hem de psikolojik alanda şiddete maruz kalıyor. Elbette tüm bu şiddet olaylarına zemin hazırlayan, sınıflı toplumlarda kaçınılmaz olarak varolan erkek egemen toplumsal düzenin, toplumsal hayatta kadın ve erkeğe biçtiği roller. Bu yazıda kadına yönelik şiddet olayları ve bu toplumsal roller üzerinde durmaya çalışacağım.
Kadınlar eve mahkum edilmiş ve toplumsal hayattan soyutlanmış olmaları sebebiyle toplumun en fakir kesimini oluşturuyor. Kapitalist sistem pazarda ucuz işgücünü artırmak istediği için kadınların üretime katılımları konusunda çığırtkanlık yapsa da, bu alanda feodal ilişkilerden tamamıyla kurtulamadığı için olsa gerek, ekonomik bağımsızlığı olmayan, hayatını evlendiği erkeğe bağımlı olarak sürdüren binlerce kadın var ülkemizde. Kapitalist devlet aslında işsiz olan bu kadınlarımızı "ev kadını" olarak tanımlıyor. Ev kadını olarak adlandırılan yüzlerce kadının işsiz olduğunu kabul etmenin sistem için ne kadar zorlayıcı olduğunu tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Bu, zaten sayısı milyonları bulan işsiz ordusuna yeni katılımlar demek olur. Böylece kapitalizmin krizleri daha da derinleşir.
Ev içi şiddete en çok maruz kalan kesimi bu kadınlar oluşturuyor ve şiddete karşı koymak ekonomik yoksunluklar sebebiyle mümkün olmuyor. Kadınlar kendi hayatlarını idame ettirecek ne güce ne de toplumsal desteğe sahip. Ataerkil toplumlarda boşanmış, "dul" bir kadın olarak yaşamak da toplumsal şiddetin bir başka boyutu. Bu konunun bir tarafı. Diğer tarafı ise, toplumsal üretime katılan, işçi kadınların uğradığı şiddet. Kadın emeği kapitalist üretim ilişkileri içinde erkek emeğine rakip ve ucuz işgücü konumunda. Tam da bu yüzden erkeklerle eşit iş yapmalarına rağmen daha az ücrete tabi tutuluyorlar. Böylece kadınlar evin geçiminde ancak yedek güç olarak kalıyorlar. Bu yolla kapitalist sistem çalışan kadınları da erkeklere bağımlı kılıyor, toplumsal eşitsizlikleri derinleştiriyor, kangrene çeviriyor. Dolayısıyla ekonomik şiddet, diğer şiddet biçimlerine de kaynaklık ediyor denebilir. Ev yaşamında çocuk bakımı, ev işleri gibi sorumluluklar altında ezilen emekçi kadınlar, çalışma yaşamında da eşitsizliklere ve ayrımcılıklara maruz kalıyor. Kadınlarımızın kimlikleri, özgüvenleri, umutları kapitalizmin dişlileri arasında iki kat daha fazla öğütülüyor.
Kadına yönlendirilen şiddet olaylarının bir diğer sebebinin de kadın ve erkeğe biçilen toplumsal roller olduğundan daha önce söz etmiştim. Ataerkil toplumsal düzen kadını eve kapamış, erkekle arasına kalın bir çizgi çekmiştir. Erkeği kadından üstün gören bu anlayış, kadın bedenini erkeğin malı yapmıştır. Dolayısıyla kadının bedeninden, "namus"undan erkek sorumludur. Altını çizmek istediğim şey bir cinsin diğerinden aşağı görülmesinin doğuracağı sonuçlar kadar, bu zihniyetin ilham aldığı ideolojik temeldir. Eğer bir cinsiyeti, bir insan ırkını, ulusu vs. diğerinden aşağı görüyorsanız ona yapamayacağınız şey yoktur. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı (II. Dünya Savaşı) sırasında Hitler faşizminin Alman ırkından aşağı gördüğü insanlara yaptıklarını hatırlamak yerinde olacaktır. Günümüzde İsrail ve Amerika'nın yanı başımızda yaptıkları da özünde aynı değil midir?
Kadına yönelik şiddet konusunu birçok boyutuyla ele almak mümkün. Ancak burada önemli olan sorunu nasıl analiz ettiğimiz dolayısıyla da çözümü nasıl ortaya koyduğumuzdur. Kadının özgürleşmesi sorunu bir sistem sorunudur. Kadına yönelik şiddetin temelinde kapitalizmin yarattığı ekonomik eşitsizlikler ve yozlaşmış toplumsal ilişkiler yatmaktadır. Dolayısıyla kadın mücadelesi, anti- kapitalist mücadeleye göbekten bağlıdır.Toplumsal yaşamın her alanında yaşanan şiddet gibi kadına yönelik şiddet de ancak sınıfsal sömürünün olmadığı, her türlü ayrımcılık ve eşitsizliğin ortadan kalktığı bir toplumda tamamen yok edilebilir. Kuşkusuz bu, şiddet sorununa karşı kapitalizm içinde bir mücadele yürütülemeyeceği anlamına gelmez. Bu sistem içinde kadınlar sınıf mücadelesinden kopmadan, kendi öz örgütlülüklerini yaratarak açlığa, sömürüye, yoksulluğa ve şiddete karşı mücadele etmeliler. Kurtuluşumuz ellerimizde!
> Bengü Günay