Eğitim-Sen dün, bugün, yarın?
İ.G.: Sendikalara ödenen aidatın devlet tarafından ödenmesini öngören bir yasa var. Size göre bu yasayla ne hedefleniyor? Bu bağlamda Eğitim-Sen nasıl bir politika izleyebilir? Ve bu yasaya karşı genel olarak sendikal hareketin tavrı ne olmalıdır?
Dursun Yıldız: Öncelikle güncele dair böyle bir soruyla başladığımız
için teşekkür ediyorum. Genel olarak cumhuriyet tarihi boyunca sistem kendine
muhalif olan bütün kesimleri; sendikaları, partileri, dernekleri, vakıfları,
sisteme endeksli bir muhalefet haline getirmeye çalışmaktadır. Bugün, 4688
sayılı sendikal yasaya kısmi olarak izin verilmiş. Ama özellikle Eğitim-Sen'de
ve birçok kamu sendikasında, toplu sözleşme ve grev hakkı yok. Genellikle kısmi
bir yasaya sıkıştırılmış hiçbir işe yaramayan bir yasa olarak görünüyor.
Üzerinde konuştuğumuz yasa toplumda şu şekilde algılanıyor: Devlet bizim
aidatlarımızı kendisi veriyor
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Yani
devlet bizim iş verenimizdir. İş verenimiz bize aidat ödediği taktirde, biz
eğer fiili ve meşru mücadele temelinde greve gidecek olursak, hele ki yasaya
rağmen greve gidecek olursak, o zaman iş veren olan devletimiz bizim aidatımızı
kesecektir. Aidatı kesilen kişi sendika üyesi olma hakkını yitiriyor. Sendika
üyesi olmayınca doğallığında, üyelerin bu konudaki, ekonomik, demokratik,
sendikal hak vb. kazanımları, otomatik olarak yok edilmiş oluyor. Yani burada
bir kurnazlık var. Böyle bir şey söz konusu olmamalı. Çünkü sendika üyesi olan
kişi bir emekçidir. Emekçi de kendi aidatını, kendi alın terini, kendisi
verdiği sürece sendikaya sahip çıkar.
Dursun Yıldız: Evet. Bu aidatı devlet verirse, üye sendikaya sahip
çıkamaz. Kişi sahip çıkamadığı bir yeri de koruyamaz. Dolayısıyla burada bir
saldırı var. Köklü bir saldırı var. Bütün sendika üyelerinin, bu konuda uyanık
olması gerekiyor. Biz iş verenin adımıza aidat ödemesini istemiyoruz. Kendi
aidatımızı kendimiz ödemek istiyoruz ki alın terimizle, emeğimizle kurduğumuz
sendikaları çeşitli saldırılara karşı, fiili ve meşru zeminlerde savunabilelim.
İ.G.: Devletin
aidat olarak maaşa eklediği 5 YTL. sadece sendika üyeliği söz konusu olduğunda
mı veriliyor, yoksa her halükarda maaşa ekleniyor mu?
Dursun Yıldız: Bu sadece sendikalı olanlara verilen bir para. Yani
sendikaya üye olanlar adına para veriliyor.
İ.G.: Yakın
geçmişte Eğitim-Sen'e bir kapatma davası açıldı. Kapatma davasının nedeni
sendikanın anadilde eğitim hakkını savunması. Öncelikle ana dilde eğitim size
neler ifade ediyor? Bu süreç boyunca Eğitim-Sen'in in tutumunu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Dursun Yıldız: İlk olarak ana dili değişik açılardan ele almak
gerekiyor. Ana dil insanın insan olmasından kaynaklanan bir haktır. Ana dilin
içinde, bir toplumun, bir ulusun tarihi ve kimliği vardır. Bir ulusun örf, adet
ve gelenekleri vardır. Sayacak olursak; anadilde tarih vardır, sosyoloji
vardır, psikoloji vardır, örf, adet ve gelenekler vardır. Eğitim-Sen açısından
ana dil özellikle pedagojik bir sorundur. Çünkü altı yaşına kadar, kendi ana
dili aracılığıyla çevresiyle konuşan, düşünen, görüşen, iletişim kuran, örf,
adet ve gelenekleri, sosyolojik yapısı, psikolojik yapısı bu şekilde oluşan ve
bu konuda belli bir bilgi birikimine sahip olan bir çocuk düşünelim. Bu çocuk
yedi yaşına geldiğinde, Türkçe konuşmaya zorlanılıyor. Kürt, Laz , Çerkez veya
Avrupa'da Kürtler, Almanya'da Türkler
Hiç fark etmez.. Bu konuyu evrensel
olarak ele almak gerekir. Bu konuyla ilgili milliyetçi bir yanımız yoktur
bizim. Ama burada birden bire, altı yaşına kadar edinilmiş olan bilgi birikimi,
yok sayılıyor. Sonrasında devlet analara, babalara, ailelere yeniden doğum
yaptırıyor. Ve diyor ki; senin altı yaşına kadar edinmiş olduğun birikimin, düşünce
yapın yanlıştır. Kime göre yanlıştır? Resmi ideolojiye göre yanlıştır. Yani
kökeni Batıda olan Türk-İslam sentezine, milliyetçiliğe göre yanlıştır. Söz
konusu ideoloji bu toprakların ideolojisi değildir. Emperyalizmin
ideolojisidir. Bu topraklardaki, Anadolu'daki, Mezopotamya'daki , Orta doğudaki
kültürlere uyumlu değildir. Ortadoğu'daki kültürleri yok etmek istiyor.
Anadolu'daki, Doğu'daki bütün kültürleri, ilkel olarak kabul ediyor.
Dolayısıyla hepsini tek kültür, tek dil, tek ulus, tek felsefe, tek kültür
haline dönüştürmek için çabalıyor.
Bugün aynı şeyi Amerikan emperyalizmi de yapmak istiyor. Büyük Ortadoğu
Projesiyle Ortadoğu'yu kan gölüne çevirmiş durumda. Milliyetçi ve gerici
temellerle halkları birbirine düşürüyor. Bu güne kadar yapılan da tam olarak
buydu. Eğitim-Sen bunu biliyor. Ne dedik; bu konu önce insan hakları
çerçevesinde ele alınıyor. Sonrasında pedagojik çerçevede ele alınıyor.
Halkların hakları çerçevesinde ele alınıyor. Daha doğrusu ele alınmalı. Bu
ülkede devlet, ana dil denildiğinde, daha çok bir ulusal iddiası olan Kürtleri
ilgilendirdiğinden dolayı, ana dil meselesini Kürt sorunuyla özdeşleştirerek,
Eğitim-Sen'in üzerine geldi.
Daha önce ana dil tüzüğünü İçişleri Bakanlığı'nın, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı'nın, kabul etmesine rağmen, askeri kökenli birisinin ve
Genel Kurmay'dan birilerinin işaretiyle Eğitim-Sen'e bir dava açıldı. İşte
açılan bu davada ana dilde eğitim vardı. Sonra bu konuda sendikaya baskı
yapıldı. Eğitim-Sen bunun üzerine taviz verdi. Bu talebi ana dilde öğretime
çevirdi. Ana dilde öğretime de itiraz edildi. Bu defa Genel Kurmay'dan, bunu
tamamen kaldıracaksınız dendi. Şimdi burada bir taviz verdiğiniz zaman belli ki
hemen ardından bir ikinci taviz isteniyor. İkinci tavizi de verdiğin zaman
belli ki yarın tüzükteki grevli toplu sözleşme maddesine de sıra gelecek.
Nitekim KESK'e de böyle bir müdahalede bulundular. Yine aynı savaşçı ve
oligarşik çevreler, KESK'e şöyle diyorlar; siz kendi tüzüğünüzde bulunan,
emperyalizm sözcüğünü, sömürü sözcüğünü, toplu sözleşme ve grev sözcüğünü
çıkartacaksınız.
Dursun Yıldız: Eğitim-Sen, KESK'in bel kemiğidir. KESK'e bağlı en büyük
sendikadır.. 150 bine yakın üyesi vardır. KESK de Eğitim-Sen'in çatısı
rolündedir. Şimdi Eğitim Sen taviz verdiği için, bu kez çatıya yüklendiler. Bu
kez çatıyı düzeltmeye çalışıyorlar. Sınıf mücadelesinde, demokrasi
mücadelesinde verilen her taviz, bir başka tavize zorluyor. Yani tavizlerin
sonu gelmiyor. Sınıf mücadelesinde, sömüren-sömürülen vardır. Sömürünün
dizginlendiği dünyada görülmemiştir. Sömürü kişiyi sürekli köleleştirir, açlığa
mahkum eder. O bakımdan verdiğimiz taviz doğru değildir. Yani Eğitim-Sen'in
yapması gereken ;hiçbir konuda, özellikle ana dil konusunda, taviz
verilmeyecekti. Bu kavramlar bizim düşünce kodlarımızdır. Bu kavramlar
olmayınca biz düşünemeyiz.
Dursun Yıldız: Evet somut olguları belirleyen kavramlardır. Şimdi bu
kavramları elimizden aldığınız zaman bizi dilsiz bırakmış oluyorsunuz. Yani
demek ki aynı zamanda Eğitim-Sen'i dilsiz bıraktılar. KESK'i de dilsiz bırakmak
istiyorlar. BES vardı. Büro Emekçileri Sendikası, mahkemeye gerek duyulmadan
ana dili tüzüğünden çıkarttı. Ancak taviz vermemeliydi.
Bana göre Eğitim-Sen kapatılmış olsa bile, yeniden kurabilirdik. Çünkü
bizim, eğitim emekçileri olarak, şanlı, onurlu bir tarihimiz vardır. TÖS'den
TÖBDER.'e, EĞİT-SEN'den EĞİTİM-İŞ'e şanlı bir tarihimiz vardır. Ve hiç
kırılmamalıydı. En ufak bir kırıklık, bir kesik olmamalıydı. Bu bakımdan, eğer
bugün de geleceğe yönelik şanlı mücadele tarihinden söz edeceksek eğer, Haziran
ayında yeniden yapılacak olan tüzük ve programında kurultayında biz bu ana dil
mevzusunu tekrar gündeme getirmeliyiz. Ana dil olmaksızın bir eğitim, bilimsel
olmaz, demokratik olmaz, özgür olmaz. En azından pedagojik olarak ana dilde
eğitim şarttır. Örneğin,Türkler Bulgaristan'da ana dilde eğitim için nasıl
bağırdılar? Devlet olarak nasıl yüklendiler? Almanya'da Almancayı çok iyi
bilmeyen bir Türk çocuğuna ne için geri zekalı diyorlar?
Zaten Ermenilerin ve Rumların kendi okulları var.
Onlar bölmüyorlar, parçalamıyorlar da, Kürtler kendi ana dilleriyle eğitim yaptıkları
zaman ne için bölünme, parçalanma gibi bir durum söz konusu olsun? Bu ülkede
çeşitli kültürler vardır. Tek kültür bölünmenin zeminini yaratır. Karşılıklı
olarak güven, saygı ve sevgi esasına dayalı bir birlik giderek daha da
birleştirici olur. Yani tek kültürlü zorlama, giderek bölünmeye yol açar. Ve
eğer sen resmi ideoloji doğrultusunda böyle bir bölünmeyi zorlarsan Büyük
Ortadoğu Projesi gereğince, ABD'nin eli de seni ikiye de böler, dörde de böler.
Bu konuda dikkatli olmak gerekli diye düşünüyorum.
Dursun Yıldız: Eğitim-Sen'e uygulanan devlet baskısı ve bu alanda diğer
sendikaların önünün açılması elbette önemli. Üstelik Eğitim-Sen'e karşı
küçümsenemeyecek baskılar var. Diğer sendikalar, Türk Eğitim-Sen olsun,
Eğitim-Bir-Sen olsun, çeşitli milliyetçi İslâmcı sendikalardır. Ama diğer
taraftan devletin öğretmen istihdamı politikalarında son yıllarda köklü
değişiklikler olduğunu görebiliyoruz. Sözleşmeli öğretmenlik bunlardan bir tanesi.
Bu bağlamda Eğitim-Sen bu alanlara yönelik yeni politikalar geliştirebilir.
İ.G.: Evet
okullarda sözleşmeli öğretmenler var. Sözleşmeli öğretmenler sendika üyesi
olabiliyorlar mı?
Dursun Yıldız: Sizin de belirttiğiniz gibi sendikaların sözleşmeli öğretmenlere
yönelik geliştirileceği politikalar önemli. Yine sendika açısından ön açıcı bir
başka konu bugün biz, Eğitim Fakültelerinin, son sınıf öğrencilerini kaydetmeye
çalışıyoruz. Biliyorsunuz ki, Eğitim-Sen'i, KESK'i kuranlar özellikle 78
kuşağıdır. 80 öncesinin duyarlı devrimci kitlesiydi. Fakat 12 Eylül 1980'den
sonra halkın üzerinden, aydınların üzerinden silindir geçtiği için her alanda
olduğu gibi bu alanda da bir boşluk oluştu. Kalanlar, sendikaları kurdular.
Sistem şimdiki gençliği de kendine doğru çekiyor. Biz, sitemin elindeki bu
gençliği geri alabilmek için, ta üniversitelerden işe başlamamız gerektiğini
biliyoruz. Gençlerle iç içe olmamız gerekiyor. İşçilerle iç içe olmamız
gerekiyor. Kadılarla, ezilenlerle iç içe olmamız gerekiyor. Ezilen Kürt
ulusuyla, ezilen Laz, Çerkez, Türk v.s. emekçilerle iç içe olmamız gerekiyor.
Yani gözümüz sadece bürolarımızda değil, bütün dünyada. Ortadoğu'da savaşa
karşı barışı sağlamamız lazım. Köleliğe karşı özgürlüğü sağlamamız lazım.
Bağımsızlık için emperyalizme karşı mücadele etmemiz lazım. Yani ufkumuz geniş
olursa sendikayı büyütebiliriz diye düşünüyorum.